Sefa Yürükel yazdı…
n
Modern tarih, dönüştürücü devrimlerle şekillenmiş bir evrim süreci olarak okunabilir. Bu bağlamda, 1789 Fransız Devrimi ve 1923 Kemalist Devrimi, yalnızca siyasi rejim değişiklikleriyle sınırlı olmayan, aynı zamanda toplumsal yapıları, düşünsel paradigmaları ve birey-devlet ilişkisini kökten dönüştüren tarihsel kırılmalardır. Her iki devrim, yalnızca kendi ulusal sınırları içinde değil, uluslararası sistemde de geniş yankılar uyandırmış, çağdaş siyasal kültürün inşasında belirleyici rol oynamıştır. Bu makale, Fransız Devrimi ile Kemalist Devrim arasında tarihsel süreklilikleri, yapısal benzerlikleri ve sosyo-politik etkileri analiz ederken, günümüz Türkiye’sine dair eleştirel bir vizyon da sunmayı amaçlamaktadır.
n
Fransız Devrimi’nin arka planında feodalizmin çözülüşü, halkın açlıkla mücadelesi, aristokratik ayrıcalıkların halk nezdinde meşruiyetini yitirmesi ve yükselen burjuvazinin siyasal iktidar talebi yer alırken; Kemalist Devrim, çok uluslu bir imparatorluğun çöküşü, emperyalist işgaller, hilafet ve saltanat rejiminin çürümüşlüğü karşısında bir ulus devlet kurma projesi olarak ortaya çıkmıştır. Fransız Devrimi’nde Bastil’in basılması ne kadar sembolikse, Türkiye’de saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı ve hilafetin lağvı da o denli yapısal dönüşümleri ifade eder. Her iki süreçte de halk hareketleri, liderliğini kendi içinden çıkarmış ve tarih sahnesine yeni bir siyasal irade sunmuştur.
n
Günümüz Fransa’sı, kendi devrimci geçmişini kurumsal olarak yaşatırken ve cumhuriyet değerlerini anayasal düzeyde korurken, Türkiye Cumhuriyeti, 2002 sonrası dönemde Kemalist devrim mirasının sistematik biçimde tasfiyesi ile karşı karşıyadır. 23 yıllık bir anti-laik, otoriterleşmiş siyasal iktidarın etkisi altında, cumhuriyetin temel ilkeleri zayıflatılmış; halk egemenliği yerine kişisel iktidar tahakkümü tesis edilmiştir. Bu durum, tarihsel bir döngüyü çağrıştırmakta ve toplumsal bellekte devrimci bir yeniden doğuş ihtiyacını gündeme getirmektedir. Bundan dolayı , devrimlerin tarihsel arka planı incelemeli, çağdaş Türkiye açısından bir “ikinci devrim” ihtimalinin toplumsal, siyasal ve tarihsel temellerinin, birikimlerinin ve koşullarının var olduğu da görülmelidir.
n
1. 1789 FRANSIZ DEVRİMİ – TARİHİN DÖNÜM NOKTASI
n
1.1 Devrimin Sosyo-Ekonomik ve Politik Nedenleri
n
1789 Fransız Devrimi, yalnızca siyasi bir rejim değişikliği değil; feodal sistemin çöküşü, aristokratik ayrıcalıkların sorgulanması ve yeni bir toplumsal sözleşmenin inşası anlamına gelmektedir. Devrimin temelinde yatan en önemli nedenlerden biri, 18. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’da etkisini artıran ekonomik krizlerdir. Uzun savaşlar (özellikle Yedi Yıl Savaşı ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı), Fransa’yı mali açıdan iflasa sürüklemiş; vergilendirme sistemi adaletsiz bir yapıya bürünmüştür. Kilise ve aristokrasi hiçbir vergi ödemezken, yük tamamen köylülere ve yeni yükselen burjuvaziye bindirilmiştir.
n
Fransız tarihçi Georges Lefebvre’nin de belirttiği gibi, devrim öncesi Fransa’da “dört kriz” eş zamanlı yaşanıyordu: ekonomik kriz, mali kriz, siyasi kriz ve meşruiyet krizi. Kırsal alanda yaşanan kıtlıklar ve yüksek tahıl fiyatları halkta büyük hoşnutsuzluk yaratırken, mutlak monarşinin halk üzerindeki baskısı siyaseten nefes alınamaz bir ortam yaratmıştı. Aynı dönemde Aydınlanma düşüncesi, halkın aklı ve hakları üzerine inşa edilen bir yurttaşlık bilincini yaygınlaştırıyor, eski rejimin Tanrı tarafından belirlenmiş iktidar iddiasını sarsıyordu.
n
Bu bağlamda, sosyolojik olarak üç sınıfın (ruhban sınıfı, aristokrasi ve halk – yani Üçüncü Sınıf) bir arada yaşadığı, ancak haklar ve yükümlülükler açısından büyük uçurumlar barındıran Fransa’da, siyasal bir patlamanın kaçınılmaz olduğu açıktı. Devrimin başlangıcını oluşturan Etienne de La Boétie’nin “gönüllü kulluk” eleştirisi ile Jean-Jacques Rousseau’nun halk egemenliğine dayalı “toplum sözleşmesi” kavramı, bu dönemin düşünsel zeminini oluşturdu.
n
1.2 Bastil Hapishanesinin Sembolizmi
n
1789’un 14 Temmuz’unda Paris halkı Bastil Hapishanesi’ni bastığında, bu sadece bir binanın ele geçirilmesi değil, aynı zamanda mutlak monarşiye karşı halkın ilk ciddi fiziksel başkaldırısıydı. Bastil, halkın gözünde sadece siyasi mahkumların tutulduğu bir yapı değil; keyfi tutuklamaların, hukuksuzluğun ve kralın sınırsız yetkisinin bir sembolüydü. Bastil’in yıkılması, Fransız Devrimi’nin simgesel başlangıç noktası olarak kabul edilir.
n
Tarihçi Eric Hobsbawm’a göre Bastil’in düşüşü, “sınıfsal eşitsizliğe ve keyfi yönetim biçimlerine karşı bir halk isyanının görkemli başlangıcıydı.” Bu olay, aynı zamanda Fransa’daki güç dengesinin saraydan sokağa geçtiğini ve halkın siyasal bir özneye dönüştüğünü işaret ediyordu. Bastil’in ardından yaşanan süreçte, halk milisleri ve yerel yönetimler örgütlenmiş, Paris Komünü kurulmuş, ardından Ulusal Meclis anayasal reformlara gitmiştir.
n
Siyaset bilimi açısından bu gelişme, “devrimci meşruiyetin” başlangıcıdır. Devletin otoritesi artık Tanrı’ya ya da soya değil, halkın eylemine ve iradesine dayandırılmaya başlanmıştır. Bastil’in sembolik anlamı bu yönüyle yalnızca Fransa için değil, tüm dünya devrim tarihi için emsal teşkil eder niteliktedir.
n
1.3 Fransız Devrimi’nin Çıktıları ve Evrensel Etkisi
n
Fransız Devrimi’nin en kalıcı çıktısı, insan hakları kavramının evrensel bir değer haline gelmesidir. 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, modern demokrasilerin temelini oluşturacak bir çerçeve sunmuş; “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri ulusal sınırları aşarak evrensel devrim fikrini yaymıştır. Bu belgede yer alan “Egemenlik millete aittir” ifadesi, modern halk egemenliğinin temelidir ve doğrudan 1921 ve 1924 Türkiye Anayasaları’na da yansımıştır.
n
Fransız Devrimi aynı zamanda laiklik ilkesinin kamusal hayata taşındığı ilk büyük devrimdir. Kilise mallarının kamulaştırılması, dinin devlet işlerinden ayrılması ve dini ayrıcalıkların kaldırılmasıyla birlikte, seküler vatandaşlık kavramı inşa edilmiştir. Bu süreç, Kemalist Devrim’de de benzer biçimde yaşanacak; halifeliğin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile laiklik Türkiye’de kurumsallaşacaktır.
n
Sosyolojik açıdan Fransız Devrimi, yeni bir sınıf olan burjuvazinin siyasi sahnede etkin aktör haline gelmesiyle sonuçlanmıştır. Toplumun yeniden yapılanmasında artık soyluluk değil, yurttaşlık ve ekonomik güç belirleyici olmaya başlamıştır. Siyasal iktidar halkın iradesine dayandırıldıkça, devrim sonrası Fransa’da cumhuriyet fikri giderek güçlenmiş ve sonuçta 1792’de Birinci Cumhuriyet ilan edilmiştir.
n
Fransız Devrimi, Haiti’den Meksika’ya, Rusya’dan Osmanlı topraklarına kadar pek çok coğrafyada devrimsel etkiler yaratmıştır. Fransız modeli, sadece yönetim biçimlerinde değil, eğitimden hukuka, kadın haklarından ekonomik ilişkilere kadar geniş bir modernleşme perspektifini teşvik etmiştir. Bu yönüyle, Kemalist Devrim’in Fransız Aydınlanması ve devrim pratiğinden etkilendiği açıktır.
n
2. 1923 KEMALİST DEVRİMİ – ULUSAL KURTULUŞ VE MODERNLEŞME
n
2.1 Sömürgeye Karşı Milli Direniş: Kurtuluş Savaşı’nın Devrime Dönüşümü
n
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı sonunda çözüme ulaşamayan merkezi yapısı, Anadolu halkı için tam bir yıkım anlamına geliyordu. Mondros Mütarekesi’nin ardından Anadolu’nun fiilen işgali, yalnızca bir coğrafyanın paylaşımı değil, aynı zamanda Türk milletinin bağımsızlığının elinden alınması girişimiydi. Bu koşullarda, Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da Samsun’a çıkarak başlattığı süreç, yalnızca bir askerî mücadele değil, aynı zamanda tarihsel anlamda bir anti-emperyalist halk devrimi niteliği taşımaktadır.
n
Kemalist hareket, halk egemenliğine dayalı bir ulus-devlet modeli kurmak amacıyla hem dış işgale karşı savaşmış hem de içerideki işbirlikçi saltanat-hilafet iktidarına karşı mücadele vermiştir. Bu çerçevede Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden TBMM’nin açılmasına kadar olan süreçte halkın iradesi esas alınmış, temsilî ve doğrudan katılım esasına dayalı bir meşruiyet inşa edilmiştir. Sosyolog Şerif Mardin’in ifadesiyle, Kemalist hareket “doğrudan doğruya bir halk seferberliği biçiminde işlemiş, seçkinci olduğu kadar tabana dayalı bir ideolojik devrim olarak” şekillenmiştir.
n
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından ilan edilen 1923 Cumhuriyeti, saltanatı ve hilafeti lağvederek, Türk tarihinin en radikal kopuşunu gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle, 1923 Kemalist Devrimi, yalnızca işgale karşı bir bağımsızlık savaşı değil, aynı zamanda bir toplum mühendisliği projesidir.
n
2.2 Atatürk’ün Reformları: Laik, Üniter, Modern Ulus-Devletin İnşası
n
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılan devrimler, sadece biçimsel değil, içeriksel dönüşümleri de kapsamıştır. 1924 Anayasası ile egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilan edilmiş, 1925’te halifelik kaldırılmış ve dinin siyasal otorite üzerindeki etkisi tasfiye edilmiştir. 1928’de Anayasa’dan “Devletin dini İslam’dır” ibaresi çıkarılmış ve 1937’de laiklik ilkesi anayasal bir hüküm haline getirilmiştir.
n
Bu süreç, sosyolojik olarak Weberyen anlamda rasyonel-legal otoritenin tesis edildiği bir dönemdir. Karizmatik liderlik modeliyle halk mobilize edilmiş; hukuk, eğitim ve ekonomi alanlarında eşzamanlı reformlarla Türkiye çağdaşlaşma yoluna girmiştir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birleştirilmiş; kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış; şapka ve kıyafet inkılabı ile kamusal alan yeniden tanımlanmıştır. Bu reformlar sadece sembolik değil, toplumsal bilinçaltında devrimsel bir zihniyet değişimi yaratmıştır.
n
Tarihçi Bernard Lewis’in vurguladığı gibi, Kemalist Devrim “Doğu’dan Batı’ya doğru atılan en köklü modernleşme hamlesi”dir. Bu reformlar neticesinde, Osmanlı tebaasından modern bir yurttaş tipi yaratılmış, ümmetten millete geçiş sağlanmıştır. 1930’larda kurulan Halkevleri ve Köy Enstitüleri, kültürel devrimin halkla bütünleştirilmesini hedeflemiş; aydınlanmacı bir halk tabanı inşa edilmeye çalışılmıştır.
n
2.3 Uluslararası Etkileri ve Evrensel Devrimcilik
n
Kemalist Devrim, uluslararası arenada da büyük yankı uyandırmıştır. Özellikle sömürge altındaki Asya ve Afrika ülkeleri için Türkiye’nin başarıyla gerçekleştirdiği laik, bağımsız ve modernleşmeci devlet modeli, ilham verici olmuştur. Hint altkıtasında Jawaharlal Nehru, Mısır’da Cemal Abdülnasır ve Cezayir’de Ahmed Ben Bella gibi liderler, Kemalist modeli örnek aldıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışı, yalnızca iç siyasette değil, dış politikada da barışçıl bir devrimci çizgiyi temsil etmiştir.
n
Aynı zamanda, Sovyetler ile yakın ilişki kurulmuş; Batı emperyalizmine karşı bağımsızlıkçı duruş, özellikle 1920’li yıllarda Bolşeviklerle sınırlı pragmatik ittifaklar çerçevesinde şekillenmiştir. Ancak Türkiye, Bolşevik devrimini olduğu gibi ithal etmemiş, Kemalizm adıyla özgün bir üçüncü yol oluşturmuştur: ne Batı tipi liberal demokrasi, ne de Sovyet tipi proletarya diktatörlüğü… Bu anlamda Kemalist devrim, dünya devrim tarihine “halkçı, laik ve anti-emperyalist” bir ulus-devlet devrimi olarak geçmiştir.
n
Politika kuramcısı Samuel Huntington’ın “Modernleşme Teorisi” çerçevesinde de Türkiye, modernleştirici öncü devlet tipine örnek gösterilmiştir. Ancak bu tür devrimlerin sürekli bir ideolojik devamlılık gerektirdiği unutulmamalıdır. Ne yazık ki, Kemalist Devrim 1946’dan sonra çok partili rejimle birlikte çeşitli revizyonlara uğramış, 1980 Darbesi’yle birlikte kurucu ideolojisinden ciddi ölçüde sapmıştır. Bugün yaşanan siyasi krizlerin temelinde bu tarihsel kopuşlar yatmaktadır.
n
3. 2002 SONRASI TÜRKİYE – ANTİ-KEMALİZM VE YENİ BASTİL SENARYOSU
n
3.1 2002’den Günümüze: Karşı-Devrimin Anatomisi
n
2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) tek başına iktidara gelişi, Türkiye’de siyasal İslamın merkezî devlet aygıtı ile bütünleştiği bir dönemin başlangıcı oldu. Bu süreç, yalnızca bir iktidar değişimi değil, doğrudan doğruya Cumhuriyetin kurucu paradigmasının sorgulanması ve sistemli biçimde tasfiye edilmesi anlamına gelmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği, Kemalist ilkelerin – özellikle laiklik ve halk egemenliği – hedef tahtasına oturtulmasıdır.
n
2007’deki e-muhtıra ve 367 krizi, 2010 referandumu ile yargının FETÖ’ye teslim edilmesi, 2017 Anayasa değişikliği ile parlamenter rejimin ortadan kaldırılması gibi gelişmeler, kurucu rejimin parçalanmasına hizmet eden kilometre taşlarıdır. Bu dönemde, “yerli ve milli” söylemi altında otoriter bir başkanlık sistemi kurulmuş; yasama, yürütme ve yargı tek bir elde – “saray”da – toplanmıştır. 2020 sonrası süreçte ise, Erdoğan-Bahçeli-Öcalan (EBÖ) ittifakı üzerinden hem Kürt meselesi hem de devlet-toplum ilişkisi yeniden dizayn edilmeye çalışılmıştır.
n
Bu dönemi “karşı-devrim” olarak tanımlamak mümkündür. Siyaset bilimci Hannah Arendt’in devrim teorisine göre, gerçek devrimler “yeni bir özgürlük alanı yaratırken”, karşı-devrimler bu alanı kapatarak eski hiyerarşik düzenleri restore eder. Türkiye’de 2002 sonrası süreç, Atatürk’ün inşa ettiği kamusal laikliği yok ederek yerine dini referanslı, biat kültürüne dayalı bir yönetim modeli getirmiştir. Bu, tıpkı 18. yüzyıl Fransa’sında aristokratların halkı dışlayan statükoyu yeniden kurmak istemesi gibi, halkın siyasal özne olma durumunu ortadan kaldırmıştır.
n
3.2 Beştepe Rejimi: Yeni Bastil mi, Yeni Saray mı?
n
Bugün Ankara’nın Beştepe semtinde yer alan Cumhurbaşkanlığı Sarayı, yalnızca bir devlet binası değil, otoriter siyasal sistemin sembolik ve fiziksel merkezidir. Bu yapı, Atatürk’ün mütevazı Çankaya Köşkü’nün yerine inşa edilmiş olması açısından da tarihsel bir kırılmayı simgeler. Tıpkı Bastil Hapishanesi gibi, Beştepe de halkın gözünde giderek “kendi iradesine el koymuş bir tahakküm odağına” dönüşmektedir. Bastil, keyfi tutuklamaların, Beştepe ise keyfi yönetimin sembolüdür.
n
Sosyolog Pierre Bourdieu’nün kavramsallaştırdığı “sembolik iktidar”, burada tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar: Saray, yalnızca fiziksel bir iktidar değil; aynı zamanda topluma dayatılan bir yaşam biçiminin, ahlaki kodların ve kültürel hegemonyanın taşıyıcısıdır. Beştepe’nin basılması ya da devrilmesi çağrısı, salt bir bina işgali değil; bu kültürel ve siyasal tahakküm sistemine karşı halkın yeniden egemenliğini kurma arzusudur.
n
Türkiye’nin 2002 sonrası süreci, halkın kendi liderliğini çıkarmasını engelleyen sistemli baskı aygıtlarıyla örülmüştür. Medya tekel altında, yargı siyasallaşmış, sendikalar zayıflatılmış, sivil toplum örgütleri sindirilmiştir. Ancak tarih bize gösterir ki, halk hareketleri baskı altına alındığında birikir ve uygun tarihsel anda büyük patlamalara yol açar. Bastil’in düşmesi de bu tarihsel birikimin sonucudur; Beştepe’nin siyasi anlamda “düşmesi” de benzer bir momenti beklemektedir.
n
3.3 Yeni Bir Kemalist Atılım Mümkün mü?
n
Günümüzde yaşanan tarihsel tıkanma, Türkiye’de halkçı, laik, demokratik bir devrimin yeniden başlatılması ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır. Tıpkı Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, birinci devrim kendini tamamlamadığında ya da sürekliliğini koruyamadığında karşı-devrimlerin yükselişi kaçınılmaz olur. Kemalist Devrim, 1940’lardan itibaren kesintiye uğramış; 1980 sonrası neoliberal-İslamcı restorasyon ile tamamen geriye itilmiştir. Ancak devrimci dinamikler, tarihsel sürekliliğini halk belleğinde sürdürmektedir.
n
Yeni bir halk hareketi, kendine özgü bir liderliği, ideolojik tutarlılığı ve örgütsel yapıyı doğurmak zorundadır. Fransız Devrimi Marat, Robespierre, Danton gibi önderlerini doğrudan halk hareketi içinden çıkarırken; Kemalist Devrim de Atatürk ve silah arkadaşlarını Meclis zemininde halkla bütünleştirmiştir. Bugün de benzer bir tarihsel süreç yaşanabilir. Bir devrim yalnızca geçmişin tekrarından ibaret değildir; tarihsel koşullara özgü, yaratıcı ve ilerici bir yeniden kuruluş sürecidir.
n
Bu bağlamda, yeni bir “Bastil anı” Türkiye için yalnızca bir metafor değil; halkın siyasal özne olma talebinin tarihsel ifadesi haline gelmiştir. 2023 Cumhuriyetinin 100. yılında bu özneleşmenin gecikmiş olması, aynı zamanda devrimci bir kırılmanın da kaçınılmaz hale geldiğini göstermektedir. Vakit tamamdır; Türkiye, yeni bir devrimci irade ile Beştepe’yi tarihin sembolik saray mezarlığına dönüştürme gücüne sahiptir.
n
4. DEVRİMLERİN SÜREKLİLİĞİ, KARŞI-DEVRİMLERİN SINIRLARI VE HALK İRADESİ
n
4.1 Devrim Nedir, Süreklilik Neden Gereklidir?
n
Devrimler, yalnızca siyasi iktidarın el değiştirmesi değil, aynı zamanda toplumsal yapının ve bilinç dünyasının kökten dönüşümüdür. Sosyal bilimci Theda Skocpol’a göre devrimler, yalnızca yukarıdan aşağıya bir siyasi yönelim değil, “devletin ve sınıfların yapısal çöküşüyle birlikte gerçekleşen sistemsel kırılmalardır.” Bu bağlamda Fransız ve Kemalist devrimler, sadece rejim değişikliği değil, yeni bir toplum, yeni bir birey ve yeni bir ideoloji yaratma sürecidir.
n
Ancak her devrim, karşısına mutlaka bir karşı-devrim çıkarır. Çünkü her devrim, iktidardaki ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarına dokunur. Dolayısıyla devrimlerin doğası gereği süreklilik göstermesi gerekir. Süreklilik sağlanamadığında, devrimler yarım kalır ve kazanımlar yavaş yavaş geri alınır. Nitekim Fransız Devrimi’nin ardından gelen Bourbon Restorasyonu ya da Kemalist Devrim’in 1946 sonrası çok partili düzene geçişle sarsılması bunun tarihsel örnekleridir.
n
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1933’te söylediği “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir” sözü, devrimin nihai hedefine ulaşmadan tamamlanamayacağını vurgular. Aksi durumda devrim, yalnızca bir tarihsel hatıra haline gelir ve yerini yozlaşmaya bırakır.
n
4.2 Karşı-Devrimlerin Yapısal Zayıflığı ve Geçiciliği
n
Tarihsel olarak karşı-devrimler, kısa vadede iktidarı ele geçirmiş gibi görünseler de, uzun vadede kendilerini sürdüremezler. Bunun nedeni, halkın temel taleplerine ve tarihsel yönelimine karşı pozisyon almalarıdır. Karşı-devrimci hareketler çoğu zaman baskı, sansür, otoriterlik ve korku üzerine kurulu olduklarından, sivil toplumun gelişmesini, halk iradesinin tecellisini ve özgürlükçü düşüncenin filizlenmesini engellerler.
n
Modern siyaset kuramcılarından Antonio Gramsci, hegemonya kavramı üzerinden bu süreci şöyle açıklar: Eğer iktidar, halkın rızasına değil, salt zor aygıtlarına dayanıyorsa, bu iktidar geçici bir denge halindedir. AKP iktidarının 2015 sonrası Milliyetçi Hareket Partisi ile oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve Öcalan ile geliştirilen dolaylı pazarlıklar, bu türden zoraki ittifaklardır. Toplumsal tabanı olmayan bu birliktelikler, halk hareketinin ilk gerçek hamlesinde çökmeye mahkûmdur.
n
Öte yandan, halk hafızası sanıldığından çok daha dirençlidir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası inşa edilen rejim, halkın gözünde meşruiyetini yitirmiş, demokrasi, hukuk devleti ve laiklik gibi kurucu değerler yeniden sorgulanır hale gelmiştir. Bu durum, karşı-devrimlerin geniş halk yığınları nezdinde taşıyıcılığını yitirdiğinin göstergesidir. Tıpkı 1789’da Bastil’in düşmesi gibi, ya da 1923’te saltanatın kaldırılması gibi, yeni bir kırılma anı her an yaşanabilir.
n
4.3 Halk İradesi ve Yeni Liderliklerin Doğuşu
n
Tarihin büyük dönüşümleri, çoğunlukla halk hareketlerinin içinden çıkan liderliklerin ortaya çıkışıyla mümkün olmuştur. Ne Robespierre bir aristokrat, ne Atatürk bir saraylıydı. Her ikisi de kendi çağlarının siyasal krizlerinde halkın taleplerini temsil eden, onları örgütleyen ve devrimi yasal, siyasal ve toplumsal düzlemde gerçekleştiren figürler oldular. Yeni bir Kemalist atılım da yine böyle bir önderlikle mümkün olacaktır.
n
Bugün Türkiye’de, özellikle genç kuşaklar arasında laiklik, kadın hakları, bilimsel eğitim ve özgürlük talepleri artarak yükselmektedir. Z kuşağı, klasik siyasi yapılara güvenini yitirmiş olsa da; siyasal ahlak, halkçı politika ve bağımsızlık talebi etrafında yeni bir sinerji yaratabilecek potansiyele sahiptir. Bu enerji, yalnızca oyla değil, kültürel üretim, sokak hareketleri, dijital aktivizm ve yerel direnişler aracılığıyla da büyümektedir.
n
Bu süreçte en kritik ihtiyaç; devrimci bir ideolojik çerçeve, halkı harekete geçirecek örgütsel yapı ve güven verecek bir liderliktir. Bu liderlik illa ki bir kişi olmak zorunda değildir; kolektif akılla çalışan, demokratik karar süreçlerine dayalı, hesap verebilir bir öncülük, 21. yüzyıl devrimciliğinin temel ilkesi olabilir. Önemli olan, halkın iradesini gasp eden saray rejimine karşı, halkın yeniden siyasal özne haline gelmesini sağlayacak bir örgütlü halk hareketidir.
n
5. TÜRKİYE’DE YENİ BİR DEVRİMCİ DÖNEMİN TARİHSEL GEREKLİLİĞİ: BEŞTEPE’NİN BASTİLLEŞMESİ VE SONRASI
n
5.1 Sosyo-Ekonomik Kriz ve Siyasal Meşruiyet Kaybı
n
Türkiye, 2020’li yılların ortasına gelindiğinde sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir çöküş dönemine girmiştir. Enflasyonun %100’leri aştığı, genç işsizliğin %40’lara dayandığı, orta sınıfın hızla yoksullaştığı bir ortamda rejimin meşruiyeti radikal biçimde erozyona uğramıştır. Siyasal iktidar, ekonomik krizi yönetemediği gibi, halkın taleplerine de kulak tıkamaktadır.
n
Bu durum, tarihsel olarak devrimci patlamaların klasik ön koşullarını oluşturur. Marksist tarih anlayışına göre, bir devrim ancak yönetilenlerin artık yönetilmek istemediği, yönetenlerin ise eskisi gibi yönetemediği anlarda mümkün olur. Bugünkü Türkiye bu eşiği aşmış görünmektedir. Devletin tüm kaynakları saray etrafında toplanmış, yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, medya tamamen tek sesli hale gelmiş, üniversiteler baskı altına alınmıştır. Bu şartlar, yeni bir halk hareketinin tarihsel zeminini doğurmuştur.
n
Beştepe, bu anlamda artık yalnızca bir idari merkez değil, halk iradesinin gasp edildiği bir simge hâline gelmiştir. Bastille nasıl ki aristokrasinin zulmünün somut sembolüydü, Beştepe de bugünün otokratik düzeninin fiziksel ve sembolik merkezidir. Halkın gözünde “dokunulmaz” addedilen bu yapı, halk iradesinin yeniden doğuşu için ilk hedef haline gelmektedir.
n
5.2 Yeni Bastiller ve Yeni Jön Türkler: Bir Devrim Senaryosu
n
Fransız Devrimi’ni başlatan Bastille baskını, hem sembolik hem de gerçek bir kırılma noktasıydı. Türkiye için benzer bir momentin oluşması, yalnızca bir “protesto” değil; devrimci bir yeniden kuruluşun kapılarını aralayacaktır. Bu yeni devrim süreci, geçmişin birebir tekrarı değil, Atatürk devrimlerinin güncellenmiş ve çağın gereklerine uyarlanmış bir versiyonu olmak zorundadır.
n
Yeni “Jön Türkler”, yalnızca partiler arası muhalefet temsilcileri değil; üniversite öğrencileri, kadın örgütleri, işçi sendikaları, sivil toplum aktivistleri ve kent yoksulları gibi geniş halk kesimlerinden çıkacaktır. Bu halk hareketi, yalnızca mevcut iktidarı devirmeyi değil, yeni bir anayasayla laik, sosyal, demokratik ve kamucu bir düzen kurmayı hedeflemelidir.
n
Bu noktada Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramı önem kazanır. Yeni devrimin öncü kadroları; halkla bütünleşebilen, entelektüel donanıma sahip, sınıf bilinci olan ve bağımsızlık ilkesine sadık bireylerden oluşmalıdır. Fransız Devrimi’nin Marat’ları, Robespierre’leri, Kemalist Devrim’in Mustafa Kemal’i gibi, bugünkü halk hareketi de kendi liderlerini içinden çıkaracaktır. Zaman, bu liderliğin mayalanma ve sahneye çıkma zamanıdır.
n
5.3 Sonuç: Vakit Tamamdır – Devrimci Bir Restorasyonun Zorunluluğu
n
Bugün Türkiye’de yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik çöküş; yalnızca bir yönetim değişikliği ile değil, ancak radikal bir yapısal dönüşümle aşılabilir. Fransız Devrimi’nin 1789’da sarayı ve Bastil’i sarsması, Kemalist Devrim’in 1923’te saltanatı kaldırması gibi, Türkiye’nin bugünkü otoriter düzeni de tarihsel devrimci bir restorasyonla değişmek zorundadır.
n
Bu devrim, Atatürk’ün “sürekli devrim” anlayışıyla örtüşmelidir. Devletin yeniden halk için yapılandırılması, laikliğin yeniden tesis edilmesi, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerin piyasadan arındırılarak halkın hizmetine sunulması, bu sürecin temel taşları olacaktır. Bu devrim, yalnızca Erdoğan rejimini değil, onunla birlikte yıllardır biriken sistemik bozulmayı hedeflemelidir.
n
Beştepe’nin bastilleşmesi bir hayal değil; tarihsel determinizmin, halk iradesinin ve devrimci sürecin bir sonucu olacaktır. Yeter ki örgütlü halk hareketi, tarihsel sorumluluğunu yerine getirsin. Nasıl ki Bastil düşmüş, Versailles yıkılmış, Saltanat kaldırılmışsa; Beştepe de bir gün halkın iradesiyle tarihin çöplüğüne gönderilecektir.
n
SONUÇ
n
1789 Fransız Devrimi ve 1923 Kemalist Devrimi, halk iradesinin tarihsel olarak nasıl devrimci kırılmalara yol açtığının somut örnekleridir. Her iki devrim de yalnızca iktidar değişimlerinden ibaret kalmamış, aynı zamanda yeni bir siyasal rejim, yeni bir yurttaşlık bilinci ve yeni bir toplumsal düzen inşa etmiştir. Bugün Türkiye’de yaşanan siyasi kriz, bu devrimlerin sürekliliği sağlanamadığında nasıl geriye düşülebileceğinin de göstergesidir.
n
Türkiye’nin bugünkü yönetimi, siyasal İslamcılık, neoliberalizm ve otoriter popülizmin ittifakından oluşmuş bir karşı-devrim rejimidir. Bu rejim, Kemalist devrim kazanımlarını sistemli biçimde yıkarken, halkın iradesini de gasp etmiştir. Ancak tarih, karşı-devrimlerin kalıcı olamayacağını, halkın sonunda kendi egemenliğini yeniden kuracağını defalarca göstermiştir. Türkiye de bu döngüden kurtulmak ve yeniden kuruluş sürecini başlatmak zorundadır.
n
Vakit tamamdır. Yeni bir halk hareketi, yeni bir devrimci atılım ve yeni bir liderlik ile Türkiye, Beştepe otokrasisini sona erdirecek; laik, demokratik ve halkçı bir cumhuriyeti yeniden kuracaktır. Tıpkı Bastil’in düşmesi gibi Beştepe de düşecek; halk sarayı kuşatacak ve “kral” ile şürekasını tarihe gömecektir. Bu, yalnızca siyasi bir değişim değil; bir çağın kapanışı ve yeni bir çağın açılışı olacaktır.
n
KAYNAKÇA
n
Ahmad, F. (1993). The Making of Modern Turkey. Routledge.
n
Anderson, P. (1974). Lineages of the Absolutist State. Verso.
n
Arendt, H. (1963). On Revolution. Viking Press.
n
Bayat, A. (2010). Life as Politics: How Ordinary People Change the Middle East. Stanford University Press.
n
Çakmak, D. (2010). Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Devrim ve Karşı-Devrim. İletişim Yayınları.
n
Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. (Ed. Q. Hoare & G. Nowell Smith). International Publishers.
n
Hobsbawm, E. J. (1996). The Age of Revolution: Europe 1789-1848. Vintage.
n
Kadıoğlu, A. (2005). Civil Society, Islam and Modernity: Turkey’s Experience. The Muslim World, 95(3), 395–411.
n
Keyder, Ç. (1987). State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development. Verso.
n
Lewis, B. (1961). The Emergence of Modern Turkey. Oxford University Press.
n
Mardin, Ş. (1973). Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics? Daedalus, 102(1), 169–190.
n
Skocpol, T. (1979). States and Social Revolutions: A Comparative Analysis of France, Russia and China. Cambridge University Press.
n
Tilly, C. (1993). European Revolutions, 1492–1992. Blackwell.
n
Tunaya, T. Z. (1991). Türkiye’de Siyasal Gelişmeler 1876-1938. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
n
Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
n
İçindekiler
- 1 1. 1789 FRANSIZ DEVRİMİ – TARİHİN DÖNÜM NOKTASI
- 2 2. 1923 KEMALİST DEVRİMİ – ULUSAL KURTULUŞ VE MODERNLEŞME
- 3 3. 2002 SONRASI TÜRKİYE – ANTİ-KEMALİZM VE YENİ BASTİL SENARYOSU
- 4 4. DEVRİMLERİN SÜREKLİLİĞİ, KARŞI-DEVRİMLERİN SINIRLARI VE HALK İRADESİ
- 5 5. TÜRKİYE’DE YENİ BİR DEVRİMCİ DÖNEMİN TARİHSEL GEREKLİLİĞİ: BEŞTEPE’NİN BASTİLLEŞMESİ VE SONRASI
- 6 SONUÇ
Yorumlar kapalı.