ABD’nin Türkiye Politikası: Stratejik Aparat mı, Bölünme Destekçisi mi?
Barrack’ın itina ile had aşma çabasından anladığım: “ABD, Türkiye ile Arai-İsrail çatışmasında kullanışlı bir aparat ve adı müttefik konumundadır ama konu Ermeni’lere vatan vermek çabasına gelince Türkiye’nin orta kesiminde ki bölünmeyi destekliyoruz. Sözde Kürt meselesini Sevr aklı ile destekliyor ve yanında değil karşısında bir pozisyon alıyoruz. Elbette bu bizim binlerce yıllık alışkanlığımız, bu zihniyetten kopmamız mümkün değildir. Türkiye’nin sınır güvenliği bizi rahatsız ediyor. Biz güçlü Türkiye değil, Türkiye ordusunun bize çalışmasından yanayız. Ülke olarak Avrupa sömürüsünün, maden, tarım ve insan kaynaklı kullanışlı aparatının peşindeyiz. Bu konu 2. Dünya savaşındaki hedefimizdi ama Türk kurucu değerleri bizi uzun süre geciktirdi. Kürt meselesi aslında Ermeni meselesi elbette! Lakin bunu tanımlamak bizim için hata olur. Kelime oyunlarıyla süreci idare edip, amaca kitlenmek ve Türkiye’deki siyaseti satın almak hedefimiz doğrultusunda ilerlemek gereklidir. Bu süre içinde Türk Milletinin asli haklarının da yanındaymışız gibi iç siyasi parti oyunlarıyla oyalamak gereklidir. Mecliste olmayan partilerle de bu iş elimizdedir.”
Barrac’tan güç alan Türk düşman vekiller ise şöyle konuştu: CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, Türkiye’nin bölgedeki değişimlere ayak uydurması gerektiğini vurguladı. Özellikle Kürt meselesinin çözüm sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Salıcı, geçmişteki hatalardan ders çıkarıldığını ve meselenin artık bir devlet politikasına dönüşme yolunda olduğunu ifade etti.
Mecliste bulunan partiler Beka Sorunudur demekten yanayım.
İnanın bu bütüncül siyasi okumayı daha da derinleştirebilirim. Ben sürecin paradisini bir kaç kelime ile özetlemekten yanayım. Gerisi size kalmış.
Detayların derinliği aşağıda. Siz nasıl yorumlamaktasınız?
Türkiye’nin Rolü, ABD’nin Dilindeki Kırılma ve “Arap Olmayan Kürt Bağımsızlığı” İfadesi
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın yaptığı açıklamalar, Türkiye–ABD ilişkilerinde ve özellikle Kürt meselesinde yeni bir dilin şekillendiğini gösteriyor. Barrack, Türkiye’nin sıklıkla yanlış anlaşıldığını vurgularken, bir yandan da “Kürtlerle yaşanan 40 bin cana mal olmuş savaşın aslında Arap olmayan bir bağımsızlık süreci” olduğunu ifade ederek tartışmalı bir söylem geliştirdi. Bu ifade, yüzeyde masum bir tarihsel okuma gibi görünse de, gerçekte uluslararası siyasette yeni dengelerin habercisi sayılabilir.
ABD’nin Kavramsal Çerçevesi: Kürtleri “Ulusal Mücadele” Olarak Tanımlamak
“Arap olmayan bağımsızlık” söylemi, Kürtlerin Ortadoğu’daki konumunu Arap Baharı hareketlerinden ayırarak, ayrı bir tarihsel hattın içine yerleştiriyor. Burada ABD, Kürtleri bir “azınlık” ya da “iç güvenlik meselesi” olarak değil, kendi kaderini tayin hakkını talep eden uluslaşma sürecindeki bir halk olarak tanımlıyor. Bu yaklaşım, Filistin meselesi veya 20. yüzyılın anti-kolonyal bağımsızlık mücadeleleri ile benzer bir kategorileştirme içeriyor.
Dolayısıyla, Washington yönetiminin dili, Kürt hareketini “terör” veya “ayrılıkçılık” çerçevesinden çıkarıp, uluslararası hukukta meşru kabul edilen bağımsızlık hakkı zeminine taşımaya çalışıyor. Bu, sadece semantik bir kayma değil; uzun vadede Türkiye’nin iç siyasetini ve bölgesel güvenlik politikalarını doğrudan etkileyecek stratejik bir yönelimdir.
Türkiye’nin Perspektifi: Güvenlik mi, Ulusal Bütünlük mü?
Türkiye açısından bu söylemin kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Ankara’nın resmi yaklaşımı, Kürt meselesini “terör ve güvenlik” bağlamında ele alır. PKK ve onun türev örgütleri, yalnızca Türkiye’nin değil, NATO ve AB’nin de terör listelerinde yer almaktadır. Dolayısıyla, ABD’nin “Arap olmayan bağımsızlık” şeklindeki kavramsallaştırması, Türkiye’nin egemenliğini doğrudan hedef alan bir uluslararasılaştırma girişimi olarak algılanır.
Türkiye için mesele, bir halkın kendi kaderini tayin hakkı değil, ülkenin bölünmez bütünlüğünü koruma meselesidir. Barrack’ın dili ise, Türkiye’nin yıllardır sürdürdüğü terörle mücadele çabalarını “bir ulusun bağımsızlık talebini bastırma” olarak yeniden tanımlamaktadır. Bu çerçevede, ABD’nin yaklaşımı, Ankara açısından yalnızca bir diplomatik yanlış değil, stratejik bir tehdit olarak da okunmaktadır.
Stratejik İroni: Dost ve Müttefik mi, Yoksa Yönlendirici Güç mü?
Barrack’ın aynı konuşmada Türkiye’yi “ABD’nin her konuda sağlam dostu ve müttefiki” olarak tanımlaması ise dikkat çekici bir ironiyi barındırıyor. Bir yandan Türkiye’nin NATO’ya ABD’den sonra en büyük katkıyı yapan ülke olduğunun altını çiziyor; diğer yandan bu müttefiki, “Kürtlerin bağımsızlık mücadelesini bastıran devlet” olarak konumlandırıyor. Bu ikili dil, Washington’un Türkiye’ye biçtiği rolün pragmatik ve faydacı olduğunun göstergesidir.
Türkiye, NATO şemsiyesi altında vazgeçilmez bir askeri aktör iken; Ortadoğu politikalarında ABD, Kürtleri kendi jeopolitik manevraları için meşrulaştırılmış bir aktör haline getirmeye çalışıyor. Bu çelişki, aslında Türkiye–ABD ittifakının yapısal krizini gözler önüne seriyor.
Dilin Politikası ve Türkiye’nin Önündeki Riskler
“Arap olmayan bağımsızlık” ifadesi, basit bir diplomatik gaf olarak görülemez. Bu, ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir güç dağılımı tasarladığının işareti, aynı zamanda Türkiye’nin güvenlik paradigmasına meydan okuyan bir söylemdir.
Türkiye için risk şudur: Eğer uluslararası camiada Kürt hareketi “ulusların bağımsızlık mücadelesi” kategorisine yerleşirse, mesele artık sadece Türkiye’nin iç güvenlik meselesi olmaktan çıkar, küresel bir “uluslararası sorun” haline gelir. Bu da Türkiye’nin diplomatik yalnızlığını artırabilir.
Barrack’ın ve destekçisi İktidar ve sözde muhalifleriyle sözler bütünü, ABD’nin diplomatik dilinde ortaya çıkan küçük bir ayrıntı değil, iç ve dış iş birlikçi bir jeopolitik kırılmanın habercisidir. Türkiye, bu söylemleri dikkatle okumak ve hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde daha güçlü bir diplomatik hat geliştirmek zorundadır.
Kaynaklar: ABD Ankara Büyükelçiliği açıklamaları, basına yansıyan demeçler; Türkiye basınında yer alan haberler (AA, Hürriyet, Sabah, 2025).
Yorumlar kapalı.