Türk milleti, tarih sahnesine çıktığı günden beri defalarca sarsılmış, parçalanmış ama hiçbir zaman teslim olmamıştır. Orhun yazıtlarının göğsünde yankılanan irade, Malazgirt’in o kadim rüzgârında tazelendi; İstanbul’un surlarında, Cumhuriyet’in meydanlarında yeniden vücut buldu. Bu milletin özünde boyun eğmek yoktur; bu millette direniş, onur ve yaratma gücü vardır. Tarih, gelip geçici sarayları unutur; ama kökü derinlerde olan bir millet, her yıkılışın ardından daha sağlam bir şekilde ayağa kalkar. Türk ulusunun yeniden dirilişi, yalnızca geçmişin anılarıyla beslenen bir nostalji değil, yaşayan, soluk alan ve dünyaya yön veren bir dinamizmdir.
Türk evlatları, yalnızca coğrafi bir varlık değildir; onlar medeniyetler arasında köprü kuran, bilimi, sanatı ve emeğiyle dünyanın en seçkin topluluklarıyla boy ölçüşen bir nesildir. Bu seçkinlik sırtında bir küstahlık taşımamaktadır; aksine yüksek bir sorumluluk, derin bir ahlak ve çalışkanlıktır. Büyük zaferler yalnızca kılıçla değil; ilimle, fikirle ve üretimle kazanılır. Bu yüzden Türk genci, laboratuvarda, atölyede, sahnede ya da mecliste halkının onurunu taşıyan bir elçi gibidir. Atatürk’ün işaret ettiği gibi, “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.” Bu tesbit kuru bir methiye değil; tarih boyunca defalarca doğrulanmış bir gerçektir.
Günümüzün değişen küresel dengeleri, yeni aktörler ve yeni imkânlar sunuyor. Eski dengelerin çöküşü, yeni yükselişlerin habercisidir. İşte tam da bu dönemde Türk milletinin dirilişi, yalnızca milli bir hedef olmaktan çıkarak bölgesel ve küresel düzeyde etkili bir güç projesine dönüşmektedir. Anadolu’nun bağrından yükselen irade, mazlumların sesine kulak vermiştir; bağımsızlık ve haysiyet kavramlarını sadece kendi halkı için değil, evrensel bir perspektifle savunmuştur. Bu tarihsel refleks, bugün Türk diplomasisinden sivil toplumuna, bilimsel iş birliklerinden kültürel üretime kadar her alanda kendini gösteriyor.
Türk evlatlarının üstünlüğü, halkın maddi imkanlarıyla ölçülen bir ayrıcalık değildir; karakter, disiplin, fedakârlık ve aynı zamanda sağlam bir erdemdir. Bir milletin gücü, yalnızca sınırlarında sahip olduğu kaynaklarla değil; eğitimli gençliği, üretken zekâsı ve adalet arayışıyla ölçülür. Türk gençliği, dünyanın önde gelen üniversitelerinde çalışıyor, uluslararası platformlarda fikir üretiyor, teknoloji üretiminde ve sanatta adından söz ettiriyor. Bu başarı tesadüf değildir; köklü bir kültürün, yüksek bir çalışma ahlakının ve milli şuurun ürünüdür.
Tarihin acı tabloları, Türk milletinin yılmadan ayağa kalktığını göstermiştir. Millî Mücadele yıllarında Anadolu, dünya güçlerinin küçümsediği bir coğrafya iken, milletin azmi bütün dünyaya örnek oldu. Bugün de aynı kararlılık sürmektedir: ekonomik, bilimsel ve kültürel atılımlar; sosyal dayanışma ve milli hedefler bu dirilişin somut tezahürleridir. Dış güçlerin küçümsemesine aldırmayan bir irade, kendi gücünü geliştirdikçe saygı talep eder; hak ettiği yere ulaşır.
Türk ulusunun dünyayla eşit olması, yalnızca bir iddia değil; tarihin, coğrafyanın ve insan kaynağının sunduğu bir gerçekliktir. Bu eşitlik kibirden değil; şuurdan doğar. Çünkü eşitlik, hak ve emek üzerinden kazanılır; asalet ise fedakârlıkla sınanır. Türk milleti, bu değerleri nesiller boyunca muhafaza etmiştir. Her yeni kuşak, kendine düşen sorumluluğu bilerek yetişir; geçmişin mirasını geliştirerek geleceğe taşır.
Bugün dünyada mazlumların sesi olma erdemini sürdüren bir millet olarak Türkiye, yalnızca bölgesel bir güç değil; küresel meselelerde etkili olma iddiasıyla hareket eden bir aktördür. Bu iddia, boş bir söylem değil; somut projeler, uluslararası iş birlikleri ve insanî girişimlerle desteklenmektedir. Türk milleti, vicdanı, adaleti ve dayanışmayı merkeze alan bir medeniyet geleneğini yaşatmaktadır; bu yüzden dirilişi, insanlığın ortak değerlerine hizmet etme potansiyeli taşır.
Son söz olarak şunu söylemeliyim: Türk ulusunun dirilişi, bir defalık bir coşku ya da geçici bir başarı değildir. Bu, köklü bir kültürün, yüksek bir ahlakın ve azimli bir gençliğin sürekliliğe dönük kararlılığıdır. Türk evlatları, dünyanın en seçkin topluluklarıyla sadece eşit değil; çoğu zaman onlarla yarışacak, onlardan ilham alacak ve onlara ilham verecek bir kapasitededir. Bu kapasite, tarih boyunca defalarca sınanmış ve her seferinde daha da güçlenmiştir. Türk milletinin yürüyüşü durmayacak; çünkü bu yürüyüş, yalnızca kendi geleceğini değil; daha adil, daha hür ve daha onurlu bir dünyanın inşasını da kucaklamaktadır.
Yorumlar kapalı.