Avrupa Birliği Söylemi Üzerinden Egemenlik Krizi ve Türkiye’nin Tarihsel İstikameti
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ortak gelecek vizyonunu tüm dünyaya ilan ediyorum: Avrupa Birliği’ne tam üyelik için hazırız” çıkışı hem içerik hem de zamanlama bakımından sıradan bir diplomatik söylem değil; Türkiye’nin yönelim tercihleri açısından bir dönüm noktası olarak okunmalıdır. Ancak bu beyan, beraberinde çok daha esaslı bir soruyu gündeme getirmektedir: Türkiye neye ve kime hazırdır?
Bu sorunun yanıtı, yalnızca Avrupa Birliği ile ilişkilerin teknik çerçevesiyle değil; Türkiye’nin egemenlik tahayyülü, iç hukuk dokusu, ulus-devlet savunusu ve medeniyet perspektifiyle doğrudan ilgilidir.
Yine soruyoruz: Avrupa Birliği; Medeniyet mi, Müttefik mi, Müdahil mi?
AB, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın iç barışını sağlamak için kurumsallaşan, fakat zamanla ekonomik bütünleşmeyi aşarak kültürel, siyasal ve ideolojik alanlara nüfuz eden bir yapıdır. Türkiye’nin bu yapıyla ilişkisinde ise temel sorun, müktesebatın teknik değil, ideolojik bir araç olarak kullanılmasıdır.
İkiz Yasalar, yerel yönetim özerklik şartları, azınlık tanımları ve “çok kültürlülük” gibi kavramlar, Batı’nın evrensel değerleri değil; Anadolu’yu çözmeye yönelik post modern Sevr aparatlarıdır. AB üyeliği, artık bir ekonomik refah projesi değil; bir medeniyet devridir ve bu devrin öznesi değil nesnesi yapılmak istenen bir Türkiye tasarlanmıştır.
“Hazırız” Sözü Kime Aittir? Kim Adına Söylenmiştir?
Erdoğan’ın beyanı, milli egemenliğe dayalı bir anayasal düzenin liderinden çok, AB normlarını içselleştirmiş bir idarecinin ağzından çıkmış gibidir. Zira Türkiye’de;
- İklim Anlaşmaları kapsamındaki kısıtlayıcı yükümlülükler uygulanmaya başlanmış,
- “Yeşil Mutabakat” adı altında sanayi politikaları şekillendirilmeye başlanmış,
- Dijital ekonomi adı altında “programlanabilir para” ve “sosyal kredi” tartışmaları başlamıştır.
Bu süreçler, yalnızca ekonomik değil, siyasal egemenlik haklarımızın da devrini gündeme getirmektedir. Tam üyelik söylemi, bu sürecin üstüne çekilen Avrupa bayrağından başka bir anlam taşımamaktadır.
Aynı zamanda, Türkiye’nin geçmişte “PKK ile müzakere” gibi ulusal birliğe zarar veren süreçlere girmesi; AB’nin “terörle mücadele” konusundaki ikiyüzlülüğü ile yan yana düşünüldüğünde, bu ortaklık vizyonunun bir “gelecek” değil, bir “çöküş” çağrısı olduğu anlaşılır.
Bilinmelidir ki; Egemenliğin Bedeli, Şekil Değil İrade ile Ödenir. Avrupa Birliği, artık bir umut değil; Batı medeniyetinin çöküş döneminde yarattığı bir arka bahçeye dönüşmüştür. Fransa’da yanan banliyöler, Almanya’da kimliksizleşen gençlik, İngiltere’de çöken kamu sistemleri; AB’nin vizyonunun ne denli daraldığını ortaya koymaktadır.
Türkiye, kendi tarihsel iradesini bu çökmekte olan uygarlık düzenine eklemleyemez. Lozan ile kurulan Cumhuriyet, Batı’nın gönlünü kazanmak için değil; Batı’nın boyunduruğunu kırmak için kurulmuştur. Sevr’e direnen bir milletin çocukları, onu yeni başlıklarla süsleyerek yeniden kabul edecek değildir.
Konu en nihayetinde “Yeni Sevr’e Hazırlık mı, Yeni Bir Çağın İnşası mı” yanıtına çıkmaktadır.
AB’ye tam üyelik çağrısı, teknik değil tarihsel bir beyanattır. Bu çağrının arkasında hangi politik niyetin, hangi dış baskının, hangi iç açmazın yattığını tartışmadan bu beyanı değerlendirmek eksik kalır.
Türkiye ya yeniden Batı’nın periferisinde, parçalanmış bir kimlikle “hazır kıta” bekleyecektir…
Ya da Türk milletinin bin yıllık direniş ve kurucu karakterini esas alarak, kendi yolunu kendi elleriyle çizecektir.
Bu topraklarda bir kez Sevr yırtılmıştır. Aynı imzayı, farklı kalemle yeniden atmak isteyenler şunu bilmelidir: Türk Milleti, Lozan’ın kefaretini değil, mirasını taşımaktadır.
İçindekiler
- 1 Avrupa Birliği Söylemi Üzerinden Egemenlik Krizi ve Türkiye’nin Tarihsel İstikameti
- 2 Yine soruyoruz: Avrupa Birliği; Medeniyet mi, Müttefik mi, Müdahil mi?
- 3 “Hazırız” Sözü Kime Aittir? Kim Adına Söylenmiştir?
- 4 Konu en nihayetinde “Yeni Sevr’e Hazırlık mı, Yeni Bir Çağın İnşası mı” yanıtına çıkmaktadır.
Yorumlar kapalı.