Tarih bazen kendini tekrar eder. Ama yalnızca dikkatli olanlar fark eder, fark edenler de çoğu zaman susturulur. Biz susturulacaklardan değiliz. Tarih konuşacaksa, doğru konuşmalı. İşte o yüzden bugün iki mektubu, iki devleti ve bir milleti konuşmak zorundayız.
1964 yılında dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü’ye bir mektup gönderdi. Kıbrıs’a yapılacak olası bir müdahalenin Amerikan çıkarlarını zedeleyeceği, NATO silahlarının bu iş için kullanılamayacağı, dahası Türkiye’nin Sovyet tehdidi karşısında yalnız kalabileceği açıkça belirtildi. O mektup diplomatik değil, düpedüz tehdit içerikliydi. Ama cevabı da öyle sıradan olmadı. İsmet Paşa, “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” diyerek Türk siyaset tarihinin en dik duruşlu cümlelerinden birine imza attı.
Aradan yıllar geçti. Tarih 9 Ekim 2019. Bu defa Beyaz Saray’dan bir başka mektup. Trump, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektupta, hiçbir diplomatik teamüle sığmayacak bir üslup kullandı: “Aptal olma!”
Bu cümle sadece bir hakaret değil, bir zihniyetin dışa vurumuydu. ABD’nin Türkiye’ye karşı hala bir müstemleke valisi gibi konuşabileceğini sanmasının itirafıydı. Lakin asıl mesele mektubun içeriği değil, cevabıydı. Cevap neydi? Nasıldı? Var mıydı?
Bu milletin tarihinde hakarete cevapsız kalmak yoktur. Fatih Sultan Mehmet’e elçiyle mektup gönderen Papa’ya cevabı top gülleleriyle vermiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Sevr dayatmasına karşı milletle birlikte Anadolu’yu ayağa kaldırmıştır. Ama bugün… Bugün mektubu yırtıp çöpe atmakla övünülen bir dönemden geçiyoruz. Diplomatik nota mı verildi? Stratejik rest mi çekildi? Askeri caydırıcılık mı sağlandı? Hayır. Kamuoyuna açıklama yapılmadı bile. Üstü örtüldü. Unutturuldu. Ve böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ikinci kez bir Amerikan Başkanı tarafından mektupla tehdit edildi.
Burada mesele kişilerin şahsiyeti değildir. Erdoğan’a değil, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamına hitaben yazılmış bir mektuptur bu. Aynı şekilde İsmet İnönü’ye yazılan mektup da kişisel değil, devleteydi. Ama bir fark vardı: Biri cevapsız kaldı, diğeri tarihe geçti.
Şimdi soruyorum: Bu milletin haysiyetini kim koruyacak? Hakaretle tehdit edilen makamı kim savunacak? Mektuplar unutulur, ama duruş asla. Türkiye Cumhuriyeti, bu toprakların çocuklarının kanıyla, canıyla kurduğu bağımsız bir devlettir. Bize parmak sallayan kim olursa olsun, bu milletin bağrında cevabını alır.
Tarihe not düşmek gerekiyorsa, biz buradayız. Bugünün suskunluğunu yarının gençleri affetmeyecek. O mektubun yanıtı verilmedi ama biz cevabı veriyoruz:
Biz Türk milletiyiz. Kimseye “yalakalık”la değil, dik duruşla dost oluruz.
Bize “aptal olma” diyenler, bugün dünya kamuoyunda kendilerini bile inandıramayan ikiyüzlülüğün sembolü olmuştur.
Ve tarihe not düşülsün: Bir mektuba boyun eğenler, bir gün milletin vicdanında yargılanmaktan kaçamaz.
Yorumlar kapalı.