Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkiler Temsilcisi Kaja Kallas’ın “Türkiye-Libya deniz anlaşması üçüncü ülkelerin egemenlik haklarını ihlal ediyor” demişti. Panik nedeni ortada lakin durum hafife alınacak bir hadiseden ibaret değil. Türkiye için önemli milli adımlar, güvenilir isimlerle atılmalı. Şaibeli bürokrat ve siyasilerin eline bırakılmamalıdır.
Suriye ile Deniz Yetki Anlaşması: Doğu Akdeniz’de Yeni Bir Denklem
Türkiye, Libya ile anlaşmanın şokunu beş yıldır atamayan Yunan’a bir sürpriz daha hazırladı. Suriye ile deniz yetki anlaşması için çalışmalarında yeni hamleye hazırlanıyor.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik hamleleri, bölgesel dengeleri sarsmaya devam ediyor. Libya ile 2020’de imzalanan ve Birleşmiş Milletler nezdinde tescil edilen Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni hâlâ rahatsız ederken, Türkiye şimdi de Suriye ile benzer bir anlaşma için hazırlıklara başladı. Bu hamle, sadece bölgesel güç dengelerini değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin (AB) bölgedeki etkisizliğini de bir kez daha gözler önüne seriyor.
Ankara’nın, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın “Türkiye’nin Suriye ile MEB anlaşması imzalamayacağına dair taahhüt verdiği” iddiasını kesin bir dille reddetmesi, Ankara’nın bağımsız dış politika çizgisini koruduğunu ve AB’nin dayatmalarına boyun eğmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor.
Kaja Kallas’ın bu iddiayı ortaya atması, AB’nin Türkiye’nin artan bölgesel etkisinden duyduğu rahatsızlığın bir yansıması.
Türkiye’nin Suriye ile deniz yetki anlaşması hazırlığı, yalnızca enerji kaynaklarına erişim ve deniz hakları meselesi değil, aynı zamanda jeopolitik bir satranç hamlesi. Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın yıllardır sürdürdüğü tek taraflı oldubittilere karşı Türkiye, Libya anlaşmasından sonra şimdi de Suriye ile masaya oturarak, hem kendi haklarını koruyor hem de bölgedeki diğer aktörlere net bir mesaj veriyor: Türkiye, kendi çıkarlarını savunmak için kararlılıkla hareket edecek.
Ancak bu hamlelerin ötesinde, Türkiye’nin daha geniş bir stratejik vizyona ihtiyacı var. AB uyum yasaları, yıllardır Türkiye’nin elini kolunu bağlayan bir pranga olarak görülüyor. Bu yasalar, Türkiye’nin bağımsız hareket etme kabiliyetini kısıtlıyor ve özellikle enerji, savunma ve dış politika gibi stratejik alanlarda Avrupa’nın çıkarlarına hizmet eden bir çerçeve dayatıyor. Türkiye, bu yasaların gölgesinden çıkarak, ulusal çıkarlarını önceleyen bir dış politika ve güvenlik doktrini benimsemelidir. AB’nin, iki egemen ülke arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasına müdahale etme cüretini göstermesi, zaten kendi içinde çelişkilerle boğuşan bir birliğin acizliğini ortaya koyuyor.
Deniz Yetki Anlaşması: Türkiye ve Suriye’ye Stratejik Faydaları
Türkiye’nin Suriye ile deniz yetki alanları anlaşması, Doğu Akdeniz’de jeopolitik bir dönüm noktası vadediyor. Bu anlaşma, her iki ülkeye Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) ve Yunanistan’ın maksimalist taleplerine karşı daha geniş deniz yetki alanları kazandırarak, uluslararası deniz hukukuna dayalı haklarını güçlendirecek. Türkiye’nin ileri teknoloji enerji araştırma gemileri ve altyapısı, Suriye’nin deniz alanlarındaki enerji rezervlerini keşfetmesini hızlandırabilir. İskenderun ve Mersin limanlarının lojistik kapasitesi, Suriye’nin deniz ticaretini canlandırarak ekonomik toparlanmayı destekleyecek.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) için bu anlaşma, GKRY’nin tek taraflı haritalarını geçersiz kılacak ve Ankara’nın bölgesel liderliğini pekiştirecek. KKTC’nin iki devletli çözüm modeli güçlenecek, Kıbrıs Türklerinin egemenlik hakları daha sağlam bir zemine oturacak. Ancak, bu vizyonun gerçekleşmesi için Türkiye’nin AB uyum yasalarından çıkması, deniz piyade stratejisini uygulaması ve Türk milletinin iradesine dayalı bir yönetim anlayışını benimsemesi gerekiyor. Bu anlaşma, sadece enerji ve ticaretle sınırlı kalmayıp, Türkiye ve Suriye’nin bölgesel etkisini artıran bir manifesto olacak.

Türkiye, bu tür dayatmalara karşı daha sert bir duruş sergilemeli ve AB uyum yasalarından derhal çıkmalıdır.
Bu bağlamda, DENİZ KUVVETLERİ asker stratejisi de acilen hayata geçirilmelidir. Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizi korumak için yalnızca diplomatik adımlar değil, aynı zamanda sahada caydırıcı bir askeri güç de gereklidir. Deniz piyadelerinin bölgedeki varlığı, Türkiye’nin kararlılığını pekiştirecek ve olası provokasyonlara karşı hızlı bir yanıt mekanizması oluşturacaktır. Hükümet, bu stratejiyi uygulamak için vakit kaybetmemeli; zira Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve deniz yetki alanları, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir beka meselesidir.
Mevcut siyasi yapıdaki “dizayn muhalefet” ve “taraflı iktidar” anlayışı, Türk milletinin iradesini gölgede bırakıyor.
Hükümetin, yönetimde Türk milletinin doğrudan iradesini yansıtan bir yapıya geçmesi, sadece iç politikada değil, dış politikada da daha güçlü bir Türkiye’nin önünü açacaktır. Türk milleti, kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir ve bu hak, hiçbir dış aktörün veya içerdeki vesayet odaklarının gölgesinde bırakılamaz. Suriye ile deniz yetki anlaşması, bu yolda atılmış önemli bir adım olabilir; ancak bu adımın, daha geniş bir vizyonun parçası olarak, bağımsız, güçlü ve millet iradesine dayalı bir Türkiye hedefiyle desteklenmesi şarttır.
Kaja Kallas’ın paniklemesi boşuna değil; zira Türkiye, Doğu Akdeniz’de sadece bir anlaşma değil, aynı zamanda bir güç denklemi kuruyor.
İçindekiler
- 1 Suriye ile Deniz Yetki Anlaşması: Doğu Akdeniz’de Yeni Bir Denklem
- 2 Kaja Kallas’ın bu iddiayı ortaya atması, AB’nin Türkiye’nin artan bölgesel etkisinden duyduğu rahatsızlığın bir yansıması.
- 3 Deniz Yetki Anlaşması: Türkiye ve Suriye’ye Stratejik Faydaları
- 4 Türkiye, bu tür dayatmalara karşı daha sert bir duruş sergilemeli ve AB uyum yasalarından derhal çıkmalıdır.
- 5 Mevcut siyasi yapıdaki “dizayn muhalefet” ve “taraflı iktidar” anlayışı, Türk milletinin iradesini gölgede bırakıyor.
Yorumlar kapalı.