Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) son kararları, terfi ve atama süreçlerinde kıdem ve liyakat ilkelerinin gölgede kaldığına dair ciddi bir tartışmayı alevlendirdi. Ordu, tarih boyunca disiplin, hiyerarşi ve profesyonel liyakatle anılmış bir kurumdur. Ancak son YAŞ toplantısı sonrası ortaya çıkan tablo, bu değerlerin yerini başka dinamiklere bıraktığına işaret ediyor. Kıdem sıralamasında yaşanan anomaliler, generallerin emeklilik dilekçeleriyle tepkilerini ortaya koyması ve komuta kademesindeki dengesizlikler, Türk ordusunun geleceğine dair haklı endişeleri beraberinde getiriyor.
Kıdem Hiyerarşisi Altüst Oldu
YAŞ kararları, TSK’nın komuta kademesinde kıdem yerine başka ölçütlerin belirleyici olduğunu gözler önüne seriyor. Jandarma Genel Komutanlığı’nda Tümgeneral Ali Doğan’ın emeklilik dilekçesi vermesi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda Orgeneral Kemal Yeni’nin 3. Ordu Komutanlığı’na atanmasının ardından aynı yolu izlemesi, bu rahatsızlığın somut bir yansıması. Yeni’nin, kendisinden daha kıdemsiz isimlerin daha üst görevlere atanması nedeniyle emekliliğini istediği belirtiliyor. Bu durum, ordunun kurumsal yapısında derin bir güven bunalımına işaret ediyor.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu’nun, 2020’de aldığı oramiral rütbesiyle, 2021’de orgeneral olan Genelkurmay Başkanı Selçuk Bayraktaroğlu’ndan daha kıdemli olması, hiyerarşik dengesizliklerin bir başka örneği. Benzer şekilde, Kara Kuvvetleri Komutanı Metin Tokel’in, kendisinden kıdemli orgenerallere komuta edecek bir pozisyona getirilmesi, kıdem ilkesinin göz ardı edildiğini gösteriyor. En çarpıcı örnek ise Orgeneral Bahtiyar Ersay’ın, tümgeneral ve korgeneral rütbelerinde normal bekleme sürelerinin altında terfi alarak 1. Ordu Komutanlığı’na atanması. Bu hızlı yükseliş, liyakat ve kıdem yerine başka faktörlerin devreye girdiği izlenimini güçlendiriyor.
Liyakat mi, Sadakat mi?
Ordunun savaş kabiliyeti, yalnızca teknolojik üstünlük veya silah gücüyle değil, komuta kademesindeki uyum, güven ve profesyonel hiyerarşiyle şekillenir. Atama ve terfilerde liyakat ve kıdem gibi objektif ölçütlerin yerine sadakat gibi sübjektif kriterlerin ön plana çıkması, ordunun disiplin ve motivasyonunu doğrudan tehdit eder. Orgeneral Kemal Yeni’nin, iki yıl Genelkurmay 2. Başkanı olarak görev yaptıktan sonra kendisinden daha kıdemsiz isimlerin üstün konumlara getirilmesi nedeniyle emekliliğini istemesi, bu tehdidin somut bir göstergesidir.
Askeri sağlık sistemi gibi lojistik destek unsurlarının eksikliği de, savaş koşullarında ordunun sürdürülebilirliğini riske atar. Ancak asıl tehlike, ordunun kurumsal yapısında liyakat ve adaletin aşınmasıdır. Eğer atamalar ehliyete değil, siyasi sadakate dayanıyorsa, bu durum TSK’nın operasyonel etkinliğini ve toplum nezdindeki güvenilirliğini zedeler. Türk milleti, ordusunun her zaman vatan savunmasında en üst düzeyde hazır olmasını bekler. Bu beklenti, ancak liyakat temelli bir sistemle karşılanabilir.
Ordunun Gücü, Toplumun Güveni
YAŞ kararlarının yarattığı bu sancılar, yalnızca ordunun iç dinamikleriyle sınırlı değil; aynı zamanda toplumun devlete olan güvenini de etkileyebilir. Türk ordusu, tarih boyunca milletin göz bebeği olmuş, bağımsızlık ve güvenlik mücadelesinin sembolü haline gelmiştir. Ancak bu güven, yalnızca güçlü bir komuta kademesi ve adil bir yönetimle sürdürülebilir. Kıdem ve liyakat ilkelerinden uzaklaşılması, ordunun savaş kabiliyetini zayıflatmanın ötesinde, toplumla ordu arasındaki bağı da riske atar.
TSK’daki atama ve terfi süreçlerinin şeffaflığı ve liyakate dayalı bir sistemin yeniden tesisi, hem ordunun moral gücünü hem de operasyonel etkinliğini korumak için elzemdir. Aksi takdirde, bu tür kararlar sadece emeklilik dilekçeleriyle değil, daha derin yapısal sorunlarla sonuçlanabilir. Türk milleti, ordusunun her zaman güçlü, bağımsız ve adil bir şekilde yönetilmesini talep eder. Bu talep, sadece bir beklenti değil, aynı zamanda bir zorunluluktur. Çünkü siyasete bulaşan bir ordu, savaşta yalnızca düşmana değil, kendi içindeki çatlaklara da yenilir.
Yorumlar kapalı.