Ne dedimse halka hiç yaramadı,
Ben gittikten sonra ararlar beni.
Boşa cahillerin gözü karardı,
Kuru çene ile yorarlar beni.
(Vay, vay zalım dünya..)
Söze, Kahramanmaraş Avşarlarından olan pîrimiz Âşık Mahzunî Şerif’in bir dörtlüğü ile başlamaktan muradımız; Türkçedeki “en son söylenecek sözü en başta söylemek” deyimine anlam kazandırmak.. Devamla, sözü bu kez hem kan/gen hem dil-kültür bağımız bulunan Amerika’daki Turanî yerlilere bırakalım. “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan geç.” diyor tarih sayfalarında ayrı düştüğümüz, uzaklardaki çilekeş kardeşlerimiz. Onların bu oldukça güzel ve anlamlı sözünden hareketle; Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ü yargılamadan önce buyurun; işte ayakkabı, işte yol!.
Ata yurdu Karaman olan Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, dede yurdu Makedonya’da bulunduğu sıralarda sıtmaya yakalanır. Bu illetin olumsuz etkileri ömür boyu peşini bırakmaz. Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, kurmay subay olduğunda Balkanlarda görev almak istemiş ama Saray’ın ve Genelkurmay’ın gözünde sabık olduğu için ilk ataması Şam vilayetine (günümüz Suriye’si) yapılmıştır.
Gâzi Mustafa Kemal Atatürk ve birkaç arkadaşı Libya’ya geçmek için Mısır’da at satın alırlar. Atlardan birinin huysuz çıkması ve eğerlerken çifte atması yüzünden Gâzi Mustafa Kemal hastanelik olur. Atlar, sahibine bağlı hayvanlardır bu arada. İkinci sahibi olmak istemezsiniz. Kurşun sağanağına rağmen İsmail Enver Paşa’nın başucundan ayrılmayıp, onunla birlikte göğe kanatlanan Derviş’i hatırlayın.
Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, Libya’ya ilk kez 1909 yılında hem istihbarat hem de İttihat ve Terakki örgütlenmesi için gider. İtalya’nın kışkırttığı bazı Arap aşiretleri ayaklanma hazırlığındadır. Gâzi Mustafa Kemal’in resmî görevi bölgedeki Karamanlı Avşarları ile Türkiye yanlısı Arapları derleyip toparlamak, ayaklanma hazırlığındaki Arapları yatıştırmaktır. Özel görevi ise askerî ve sivil erkâna İttihat ve Terakki’yi anlatıp, orada da partinin bir şubesini açmaktır. Öncesinde Gâzi Mustafa Kemal 1906 yılında Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuş; 1907 yılında örgütlenme için Selanik’e geldiğinde İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri Gâzi Mustafa Kemal’le iletişime geçmiş ve Gâzi Mustafa Kemal henüz kuruluş aşamasındaki örgütünü feshederek İttihat ve Terakki ile birleşmiştir. Sonradan İttihat ve Terakki yönetimi ile ters düşüp, arasına mesafe koyduğunun da altını çizelim. Gâzi Mustafa Kemal, iki yıl sonra bu kez İtalyanlar ve işbirlikçi Arap aşiretlerine karşı savaşmaya gider. Derne’deki siper/sokak savaşları sırasında İtalyanların attığı bir el bombasının çok yakınında patlaması sonucu gözüne kireç taşı gelmesiyle askerlik mesleğinin bitmesine ramak kalır. Bir sohbette -bu olayla ilgili- askerliğin kendisi için ne anlama geldiğinden söz ederek, malulen emekli olmaktansa ölmeyi yeğleyeceğini söyler. Daha sonra -Enver Paşa başta olmak üzere- arkadaşlarının ısrarı ile Bulgaristan’da yeni açılan bir göz hastanesinde tedavi olur. Ateşemiliterlik görevinin içyüzü budur. Gönlünün yarısını da orada bırakır. Âh Miti (Dimitrina); sarı saçlı Bulgar kızı.. Babası onay verse, onunla evlenmeyi bile düşünmüştür.
Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, dilekçe vererek pasif görev (ateşemiliterlik) yerine cephe görevi ister. Çanakkale’de savaşın başında alay komutanı iken, sonrasında cephe komutanı olur. Conkbayırı’nda düşman gemisinden atılan bir top mermisinden fırlayan bir parça (şarapnel) tam yüreğinin üstüne denk gelir. Bir gün önce düşmanın sinsi çıkarma girişimini önceden sezen, kendi başına sorumluluk (inisiyatif) alarak gece yarısı birliklerini o noktaya kaydırarak, şafakla birlikte karaya çıkan İtilaf Kuvvetleri askerlerine kıyıyı (sâhil) dar eden bu genç subay, o günün akşam yemeğinde Cephe Komutanı Liman von Sanders’in onur konuğudur. General Sanders yemek sırasında kendi saatini çıkarıp -dostluk ve takdir belirtisi (nişane) olarak- Gâzi Mustafa Kemal’e hediye eder. O da teşekkür edip, saati -saygı ve nezaket belirtisi olarak- üniformasının göğüs cebine koyar. Ertesi gün de -birilerinin mucize dediği- olay gerçekleşir.
Gâzi Mustafa Kemal Atatürk yine Çanakkale’de böbrek taşı rahatsızlığından çok çekmiştir. Böbreklerinin üzerine sıcak suya batırılmış bezler koyarak biraz olsun rahatlamaya çalışır. Hem de günler, haftalar boyunca.. Buna rağmen savaşın sonuna kadar cephede kalır. O dönem Avusturya-Macaristan’a bağlı olan ve Karlsbad adıyla anılan Çekya’daki Karlovy Vary Kaplıcaları’na da bu yüzden gitmiştir. Burada hem tedavi olmuş hem de özel kurs alarak yabancı dilini geliştirmiştir. Selanik’te iken de okul notunu yükseltmek için özel Fransızca dersi aldığı bilinmektedir. Almanca Arapça, Fransızca, İngilizce, Yunanca/Rumca gibi dillere çeşitli derecelerde aşina olduğu söylenir. Kadrosu piyade sınıfında bulunan Gâzi Mustafa Kemal’in Teşkilat-ı Mahsusa ile doğrudan bir bağının olup olmadığı bir başka merak konusu.. Halim-selim bir kişiliğe sahip olan Mehmet Âkif Ersoy’un bile Teşkilat üyesi olduğu yerde!..
Suriye Cephesi’nde Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün kolunu kurşun sıyırıp geçer. Önemsemez. Bir keresinde isyancı Araplar yolunu keser. Kargaşa, bağırış-çağırış.. Emir subayına (yaverine) arabayı doğrudan içlerine sürüp durmasını emreder. Elinde kırbacı ile arabadan iner. Silahının dipçiğini kaldırıp üzerine gelmeye başlayan asilerden birinin yüzüne sert bir kırbaç darbesi indirip, arabanın üstüne çıkar. “Emiriniz kim? Çağırın, onunla görüşeceğim.” der. Ortam birden bire sessizliğe bürünür. Sorusunu tekrar eder. “Emiriniz kim dedim.” İçlerinden biri emirin orada olmadığını söyler. Kalabalığı kışkırtıp üzerine salan soyka sırra kadem basmıştır. “Söyleyin ona, kendisini yarın karargâha bekliyorum. Derdi neymiş, anlayalım.” der ve arabaya, binerek oradan uzaklaşır.
At sahibi olma, at besleme merakı da Suriye’de başlar. Bozulus Türkmenlerinin yaşadığı Halep ve çevresinde at, Türk’ün hem kanadı hem yoldaşıdır ne de olsa. Görev süresi bitip de İstanbul’a dönmek zorunda kalınca çok sevdiği üç atını istemeye istemeye elden çıkarır. Hatta kendisinin eli varmaz. Bir arkadaşına “Satıp, parasını gönderirsin.” der. Yeri gelmişken atı tarihte ilk kez Türklerin evcilleştirip; ulaşım, askerlik/savaş, işgücü, beslenme, (et, süt, kımız) amaçlı yararlandığını da belirtelim. Türkler atın yelesini ve kuyruğunu sazda (tel olarak), tıpta (kesik dikme), tuğda (bağımsızlık belirtisi) bile kullanmışlardır.
Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, Polatlı’ya bağlı Sakarya Köyü yakınlarında yirmi iki gün süren savaş sırasında at sırtında cepheyi teftiş ederken top sesinden ürken atıyla birlikte 5-6 metrelik bir yardan yuvarlanır. Ankara/Sıhhiye’de bulunan hastaneye getirilir. Kaburgalarında üç kırık vardır. Doktora “Sen beni sar.” der. Giyinmesine yardım etmelerini ister. Kapıya yürür. Doktorun dediği: “Böyle gidersen ölürsün!” Ama o dişine kan değmiş yaralı bir Bozkurt gibi Polatlı’nın yolunu tutar. Oradan Afyon’a, Kocatepe’ye çıkar. Kütahya-Dumlupınar savaşlarında Yunan ordusunun ¾’ünü yok (imha) eder. Bir hafta diye hesapladığı İzmir’e varış süresi altı gün sürecek ve “Bir gün yanılmışım.” diyecektir. Yanılması bile bir başka destandır.
Ve Hatay.. Bir başka deyişle ay (hilal) hattı.. Adını bizzat kendisinin koyduğu vatan toprağı.. Sağlığı ileri derecede bozulmuştur. Öyle ki hekimler ayakta fazla kalmasına bile karşıdırlar. Özel treninin hazırlanmasını emreder. İstikamet, Hatay sınırındaki Adana’dır. Valilik ve askeri birliklere ziyareti, askerî birliklerin denetlenmesi ve geçit töreni vd. etkinlikler için saatlerce ayakta kalır. Mesajı -Fransa başta olmak üzere- Batılı ülkeleredir. Savaşsa, savaş!. İstanbul’a döndüğünde yürümekte güçlük çekmektedir. Henüz çok küçük olan üvey kızı Ülkü’yü getirterek, vapurdan onunla birlikte yavaş yavaş inmek suretiyle rahatsızlığını basından dolayısıyla Batılı ülkelerden gizler. Ama ne yazık ki rahatsızlığı artıp günden güne ağırlaşacak ve “kişisel davam” dediği Hatay’ın Türkiye’ye katılışını göremeden bir 10 Kasım sabahı sonsuzluğa yürüyecektir. Davası uğruna cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılıp Hatay’a geçmeyi ve çete savaşları yapmayı düşünecek kadar vatansever ve bir o kadar da gözü kara bir adamdır. Üvey kızı Sabiha Gökçen’in eline bir tabanca tutuşturarak, Fransız büyükelçinin yanında havaya ateş ettirip taşkınlık yaptıracak kadar da çılgın.. Votkayı fazla kaçıran Stalin’in -ülkesinin bağımsızlık gününde- Kars ve Ardahan’ı almaktan söz etmesi ve bunun da ajanslara düşmesi üzerine gecenin bir yarısı -bağımsızlık resepsiyonu düzenlenmekte olan- Rus Büyükelçiliğine gidip, Stalin’e dolayısıyla Rusya’ya verdiği ayar bir başka çılgınlık.. Pontusçusundan, Hınçak-Taşnakçısına, Yunanlısından Hintlisine sürüyle uğrunun, uğursuzun kol gezdiği Anadolu bozkırlarında üstelik de hakkında idam fermanı varken yanında bir emir eri (yaver) bir şoförle oradan oraya koşturması ise çılgınlığın da ötesindedir kuşkusuz. “Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.” diyen pîrimiz Şeyh Edebalı’ya rahmet..
Hz. Ali’nin bir sohbet sırasında “İki tür insan benim yüzümden helâk olacak. Biri beni sevmede aşırıya kaçanlar diğeri bana düşmanlıkta aşırıya kaçanlar..” dediği söylenir. Atatürk’ün hayatı da tıpkı Hz. Ali’nin hayatı gibidir. Her ikisinde de yetimlik ve adanmışlık söz konusudur. Biri Tanrı’nın elçisine (rasulullah) ve dinine kendisini adamıştır, diğeri Türk milletine dolayısıyla İslam’a!.. 1924 yılında henüz Cumhuriyet’i bile yeni kurmuşken Antalya’dan Ahmet Hamdi Akseki ve Muhammed Hamdi Yazır’ı, Erzurum’dan Ömer Nasuhi Bilmen’i ve yine Afyon’dan Bağdat’a varıncaya kadar diğer bilginleri bir araya getirip dinde öze dönüş hareketini başlatan adamdır “Gâzi” Mustafa Kemal Atatürk.. Ve ne yazık ki kurtardığı ülkede, kurduğu devlette değeri yeterince bilinmemekte, manevî hatırasına saygısızlık, vefasızlık yapılmaktadır. En çok da dinci geçinen hödüklerin, Rus ve Ermeni işgalinden kurtardığı etnik özürlülerin karalamasına (iftira), saldırısına maruz kalmaktadır. Ruhu şad; ruhu Maturidî’ye, Yesevî’ye yoldaş olsun. Hz. Ali ile noktayı koyalım: Muaviye tarafından satın alınan bir Arap, Kufe mescidinde namaz kılmakta olan Hz. Ali’yi sırtından hançerlediği zaman çevredekiler adamı kıskıvrak yakalar. Hz. Ali, canına kasteden bu müptezeli görmek ister. Görünce de ilk sözü “Talema ahsentu ileyke” olmuştur. Türkçesi; “Sana ne çok iyilik etmiştim!?.”
Aziz Dolu Atabey












Yorumlar kapalı.