Türk ulusu dinî, etnik ve siyasî terör akımlarına, örgütlerine karşı yüzyıllardır sınav vermektedir. Hasan Sabbah ve Haşhaşîleri ile başlayan süreç Ortadoğu veya Ön Asya olarak adlandırılan coğrafyanın kaderidir bir yerde. Türklerle baş edemeyen topluluklar çareyi kaçak güreşmekte yani terör eylemlerinde bulmaya çalışmışlardır. Böyle olunca da Türkiye tarihinin her döneminde bir terör örgütü dolayısıyla da bir terörle mücadele söz konusu olmuştur. Terörle mücadelede olması gereken terörü önlemek değil, terörü ortaya çıkaran etkenleri ortadan kaldırmaktır. Ayrılıkçı, milliyetçi hareketleri kesinlikle bir başka milliyetçi akımla önleyemezsiniz. Bir kişi Kürtçülük yapıyorsa ona karşı kullanılacak panzehir Türkçülük olamaz. Olmamalıdır da!.. Kürtçülüğü de kapsayacak bir ortak paydada buluşulmalıdır. Bu payda da ortak dil, din, kültür, tarih, vatan, devlet, bayrak, marş, sanat, spor, edebiyat, müzik, folklor diye giden bir dizi ortak değerle oluşturulmalıdır. Tıpkı üst kimlik olarak Türk milliyetçisi, alt kimlik olarak Arnavut (Alban) olan pîrimiz Nihat Sami Banarlı örneğinde olduğu gibi.. Üst kimlikte Türk milliyetçisi, alt kimlikte Avşar olan biz gibi.. Dün “Gurmanç”, bugün Kürt denilen kişiler de Türk adlı ulu çınarın bir dalıdır üstelik. Çınar ile dalını karşı tez gibi algılamak, konumlandırmak ne menem bir akıl tutulmasıdır.
Türkiye’nin içeride ve dışarıda yürüttüğü siyaset “Yurtta barış (sulh) dünyada (cihan) barış!.” ilkesine (düstur, prensip) dayanır. Bu yüzden de her türlü ulusal ve/veya uluslararası sorunda izlediği yol çoğu kere yasal (meşru) zeminlerdir. Oysa emperyalist devletler ve onların dümen suyunda giden bölge ülkeleri -söz konusu Türkiye olunca- Makyavelli’nin (Machiavelli) hedefe ulaşmak için izlenecek her yolu sakıncasız (mübah) gören anlayışını bile gölgede bırakmaktadır. Peki, ama Hamas terör örgütü ise Kuva-yı Millîye hareketine ne diyeceksiniz? Üstelik de İsrail’in yıllarca PKK’ya destek verdiği özellikle C4 türü patlayıcıları uzaktan patlatma gibi teknik konularda teröristleri eğittiği ortada iken.. İsrail, PKK terör örgütünü Türkiye’nin yumuşak karnı olarak görürken.. Sadece o mu? ABD’si, Avrupa’sı, Rusya’sı, İran’ı, Arap ülkeleri sıraya girmiş durumdayken.. O halde Türkiye neden Hamas’ı İsrail’in yumuşak karnı olarak görmesin ki? Bir başka ülkeye karşı bir başka etnik ve/veya ayrılıkçı hareketi?.. Örneğin Etniki Eterya, Hınçak-Taşnak(-sutyun), Asala, PKK, PYD/SDG gibi terör örgütlerine her türlü desteği vermiş ve vermekte olan Fransa’ya karşı Baskların Eta’sını.. Onlar da bizim gibi Turanî bir halk üstelik!.. Üstün Alman teknolojisi olarak yutturulan bir çamaşır yıkama tozunun (deterjan) Sabra ve Şatilla mülteci kamplarını basarak çok sayıda kişinin ölümüne yol açan deyim yerindeyse “etnik temizlik” yapan Ariel Şaron’un adından geldiğini bile söyleseniz PKK’nın kurşunları azalacaktır. Sözde üstün Alman teknolojisi ürünü yıkama tozu yerine Temiz Toplumcular olarak anılan Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat’ın adlarının baş harfleri de kullanılabilir. Onlar da “temiz toplum” tutkunudur ne de olsa. En iyisi illa da bir yerli üründe karar kılmak.. Hem iç sesiniz (vicdan) rahatlasın hem ülkeniz kazansın. Giysilerinizin dolayısıyla ülkenizin kan-ter, kir-pas yerine mis gibi kokması da cabası..
PKK’ya karşı mücadelede -araştırmacı gazeteci kimliğiyle öne çıkan- Uğur Mumcu ayrıntısı (detay) önemli bir yer tutar. Televizyon ekranlarında Ertürk Yöndem neyse, gazete sayfalarında da Uğur Mumcu odur. Yurtsever bir kişiliğe sahip olan rahmetli Uğur Mumcu’nun 7 Ocak 1993’te yani öldürülmeden 17 gün önceki köşe yazısının başlığı “MOSSAD ve Barzani” idi. “Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve Mossad’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve Mossad antiemperyalist savaş yapıyorlar da dünya bu savaşın farkında mı değil?” dediği bu yazıdan sonra İsrail’in Ankara Büyükelçisinin ısrarla Uğur Mumcu ile konuşmak istediğini, ilk başta oralı olmayan Mumcu’nun ısrarlar karşısında buluşma (randevu) isteklerinin 4.’sünü kabul ettiğini ve bir lokantada (restaurant) buluşulduğunu -Uğur Mumcu’nun kardeşi- Ceyhan Mumcu kamuoyuna açıklamıştı. Görüşmeye rağmen, Uğur Mumcu gazetedeki köşesinde salvolarına devam etmiş ve 8 Ocak 1993 tarihli yazısında da “Yakında yayımlanacak bir kitabımda, Kürt milliyetçileri ile istihbarat örgütleri arasındaki ilişkilere ışık tutacak çok ilginç belgeler açıklayacağım!.” demişti. Ne ilginçtir ki Mumcu’nun sözünü ettiği kitap yayımlanmadığı gibi, belgeler de asla açıklanmadı. Tıpkı Abdullah Çatlı’nın Balıkesir/Susurluk’taki kaza (belki de suikast) sırasında kaybolan ve asla bulunamayan çantası gibi!. Çatlı’nın ölümü sonrasında da “devlet-mafya-uyuşturucu” temalı kukla gösterileri dolup taşmıştı sokak aralarından. Dönemin Refah-Yol Hükümeti’nde adalet bakanı olan Şevket Kazan’ın gündeme getirdiği Uğur Mumcu’yu öldürmek için üç MOSSAD ajanının Türkiye’ye sızdığı ile ilgili MİT belgesi ise hasıraltı edilmişti. Denk bütçe, kamu borçlanmasına karşı devletin kurumları arasında ortak para havuzu oluşturma gibi eylemleri hayata geçirmeye çalışan hükümet de zaten kısa süre sonra post-modern yalanlar eşliğinde devrilip gitti.
Mumcu’nun öldürüldüğü gün İran heyeti de Ankara Esenboğa Havaalanına inmişti. Türkmenistan doğalgazının İran üzerinden Türkiye’ye getirilmesi ile ilgili 25 milyar dolarlık bir anlaşmanın imzalanması bekleniyordu. Şu işe bakın ki suikastı -sözde- İran Gizli Servisi ile bağlantılı İslamcı bir terör örgütü üstlendi. Sokaklarda “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diyen kuklalar oynatıldı. Ortalık karışınca da İran heyeti apar topar Türkiye’den ayrıldı. Bu ilginç ve bir o kadar da kuşku uyandıran rastlantıya kimse ayıkmadı tabi. Bitin yediği yanına kâr kaldı. Muhsin Yazıcıoğlu, Recep Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, Abdullah Çatlı, Cem Ersever, Gaffar Okkan, Engin Arık, 33 şehit er, Madımak’takiler, Başbağlar köylüleri, Aselsan mühendisleri ve daha nice yurttaşımız da öldüğü ile..
Kart-kurt sesleri arasında Kürt’ü (Gurmanç) kışkırtıp Türkmen’e (Oğuz/Ogur) düşman etmeye çalışanlar bu suçun (günah) bu sorumluluğun (vebal) altından nasıl kalkacaklar acaba? Dahası her türlü açılıma, demokratikleşmeye rağmen PKK’nın -Gâzi Meclis’teki- siyasal uzantısı olan sözde fırka (party) Türkleşmesinden geçtik, Türkiyelileş(e)medi bile. Hatta böyle bir çaba içerisinde dahi olmadı. Bu konuda Türk Solu’nun hali daha bir içler acısıdır ne yazık ki. Türk Solu ipe sapa gelmez kuruntularla dolu olan kavramsal takıntılardan bir an önce kurtulmalı, sosyalleşmelidir. Türkçesi; toplumsallaşmalı, ulusallaşmalı, milletleşmelidir. Türkçe karşılıkları halk-halkçı bir başka deyişle toplum-toplumcu olan social-socialist sözcüklerinden bozma sosyal(-ist) değil, “toplum” bir başka deyişle ulus (millet) olmalıdır. Yani toplumun içinde, toplumdan bir kesit.. Sosyal(-ist) demokrasi ve sosyal(-ist) demokrat değil, Türk demokrasisi ve Türk demokratlığı.. “Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.” diyen kurucu önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün, CHP’nin dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi diyebileceğimiz 6 Ok’u “Türk İlkeleri” olarak adlandırdığını biliyor muydunuz?
Terörle mücadele nasıl olmalıdır? Öncelikle terör bataklığı kurutulmalıdır. Şayet terör bataklığı kurutulmazsa değişen sadece avlanan sinekler olur. Biri ölür, diğeri gelir. Ortadoğu’da candan ucuz ne var ki zaten? Birileri bilerek ya da bilmeyerek emperyalizmin ayakçılığını (taşeronluğunu) yapma uğruna dağa çıkıp aç sefil ölür gider. Avşarların Kızılaliler oymağından olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun terörle mücadele konusunda güzel bir sözü vardır. “Ferman padişahın dağlar bizimdir!” sözü Toroslara kazınmış bir Karahacılı Avşar’ı olan Dadaloğlu ile de kan-gen bağı bulunan rahmetli şöyle demiştir: “Ver kurtul, vur kurtul değil; çalış kurtul, sev kurtul, oku kurtul, düşün kurtul!..” Yani demek istemiştir ki; bataklığı kurut, kurtul! Kendisine bir ek de biz yapalım; kurt ulursa yurt kurtulur! Yoksa dün Avşar’a olduğu gibi yarın da Gurmanç’a (Kürt’e) yazık olacak!..
Basın yayın kuruluşlarında Molla Kasımlık taslayıp, sıkışınca da dincilik, solculuk, insancıllık (hümanistlik) maskesi yahut pozu takınanlara ne demeli?. Tarihinde sayısız dünya (cihan) devleti bulunan Türk kültürüne ve tarihine hor bakan, Türk milliyetçiliğine ırkçılık (faşizm) yaftası yapıştırmaya çalışan boynu kravatlı soysuzlar var ya, asıl ırkçı olan onlardır aslında. Gazetelerde, dergilerde, televizyon kanallarında, sosyal medya sitelerinde gün geçmiyor ki Atatürk’e sataşan, Atatürk’le kafayı bozan bir hödüğe denk gelinmesin. Neymiş Atatürk üç kıtayı kaybetmiş, neymiş Anadolu’ya sıkışıp kalmanın neresi “Kurtuluş”muş falan.. Âhı gitmiş vahı kalmış Vahdettin -çocuğu yaşındaki kızla- bilmem kaçıncı gerdeğine girerken, Atatürk’ün -kaburgasında üç kırıkla- Sakarya’da savaş yönettiğini nereden bilsin teresler? Diyarbakırlı ünlü toplumbilimci (sosyolog) Mehmet Ziya Gökalp ve Kazanlı ünlü tarihçi (Türkolog) Yusuf Akçura üzerinden Atatürk’ü dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ırkçılıkla suçlayanlar bile çıkmaktadır. Bu tür hödüklerin sözünü ettiği toprakların birçoğu elden çıkarken Atatürk daha doğmamıştır bile. Doğduysa da dayısının çiftliğinde karga kovalamaktadır. Burada kazandığı bilgi ve deneyim yararlı olmuş olacak ki ileride karga sürüsü gibi Anadolu’ya doluşan düşmanları kovalayacaktır. Atatürk’e çemkiren hödükler cemaat-tarikat denen izbe yerlerde pilav kaşıklayacaklarına yahut parti lokali denen süzme yerlerde pişpirik oynayacaklarına arada bir kütüphaneye de uğrasalar keşke. Gerçek şu ki; bunların Atatürk’e düşman olmalarının nedeni onun Devlet-i Âli (Osmanlı?) enkazının orta yerinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması; emperyalist ve etnik özürlü hevesleri gerisin geriye aç kursaklara tıkmasıdır. Kaldı ki Cumhuriyet tarihinde ırkçılık suçlamasına belki de en fazla maruz kalan kişi olan Hüseyin Nihal Atsız’ın -üstelik de uğradığı onca haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen- kanına girdiği kişi sayısı 0 iken birilerinin “Sayın Apo”sunun kanına girdiği kişi sayısı 50.000’den fazladır. Balkanları, Adalar’ı, Doğu Anadolu’yu, Ortadoğu çöllerini Türk kanı ile sulayanlara zaten kimsenin gıkı çıkmaz. Kırım, Kafkasya, İtil/İdil boyları, Fergana Vadisi, Sibirya, Doğu Türkistan yine aynı şekilde.. Kim ırkçı acaba? Aslına bakarsanız Türk milletine/milliyetçilerine ırkçı (faşist) diyenler hiçbir zaman Türk milletinden ol(a)mayan ama her fırsatta Türk milletine düşman olanlardır.
Aziz Dolu Atabey












Yorumlar kapalı.