Kadir Uğur Yılmaz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yorum-Analiz
  4. Buzun Estetiği: 1982’den Bir Yılbaşı İtirafı

Buzun Estetiği: 1982’den Bir Yılbaşı İtirafı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Altı yaşındaydım. Ellerim küçüktü ama hırsım büyüktü. Kars’ın soğuğu nefesi bile dondururken bizim bahçemiz bir dünya kurardı bize: karın kokusu, eldivenin içindeki sıcaklık ve çocukluğun sayfalarına yazdığımız bütün masallar… O yıllar kar, kar; hava, havaydı. Her şeyin yalın olduğu yıllardı. Kardan adamlar yapardık, sevgiyle, özenle; sabah onları dışarıda görmek, bir tür zafer sayılırdı. Ancak her zaferin diğer yüzünde bir sınav yatardı: mahallenin yaramaz tayfası. Onlar bize bir şey öğretmeyi adet edinmişlerdi — emekle kurduğumuz şeylere ayak basmanın bir keyfini alırlardı. Her kardan adamım ertesi gün paramparça olur, içime bir tuhaf sızı düşerdi.

O sızı, hüznün ötesinde bir soru doğurdu: “Buna karşılık ne yapmalı?” Öfke duygusunu taşımadım; öfke çoğu zaman kördür. Ben daha şeytanca, daha estetik bir çözüm aradım: yaptıkları hareketin aynasını onlara gösterecek, onları kendi silahlarıyla yüzleştirecek bir yöntem… Kars’ın soğuğu en büyük müttefikimdi. Su, soğukta beklediğinde farklı bir karakter kazanır; kat kat ilmek ilmek dokunan buz, bambaşka bir ciddiyet taşırdı. O gece, ellerimde sadece kar değil, bir plan vardı.

Kar toplarını sıkarken özenim başka bir hâl aldı. Her katmana su serptim; her serpmeyle bir sabır dokudum. Bir çocuk için saatler uzun gelebilir ama inanç işliyordu: her katta buz biraz daha güçleniyordu, oyun bir savaşa değil, akla dönüşüyordu. Buzdan adamın doğuşu, yaratılışın küçük bir mucizesiydi; sert, dingin ve gülümseyen. Üzerine ince bir kar örtüsü eklemeye kalmıştı ki gece şiddetli bir kar yağışı başladı. Sabah olduğunda bahçe bir metreden fazla karla örtülmüştü; kardan adam bir an için kaybolmuş gibiydi. Elimi küreğe attım, açtım; onu ortaya çıkardım. Çevresine bir kale yaptım; o kale hem bir savunmaydı hem de bir sunaktı.

Öğleden sonra geldiler: hep birlikte, sürü hâlinde. Aralarında gülen yüzler, korkusuz adımlar… Onlara gösterdim. Onlar beklediklerini buldular ama farklıydı karşılarında; ayaklarının altı çabuk çökecek bir kar değil, sert bir gerçek vardı. Uçan tekmelerle başladılar — her tekme planımın tasdiki gibiydi. İlk tekmeyi atan, şaşkınlıkla yere yapıştı; ikinci hamlede birinin dizleri morardı, üçüncüsünde düşenin sarsıntısı yüzüne yansıdı. Gülüşleri yerini, içlerinde bir soru işaretine bıraktı: “Neden böyle oldu?”

İşte en güzeli de buydu: Onlara dokunmamıştım; ben bir ayna koymuştum onların önüne. Onların hareketleri kendi sonuçunu doğurmuştu. Bu, kaba kuvvetin zaferi değil; aklın incelikle kurulmuş bir düzeniydi. Kötülüğün kendi taşıdığı aletle kendisini vurduğunu izlemek, bana çocuk kalbimin beklediği türden bir adaleti verdi. O an içimde öfke değil, soğuk bir sevinç yankılandı; sanki bir resim tamamlanmış, bir denklem çözülmüştü.

Sonra yetişkin sesleri geldi; anneler, babalar, şikâyetlerle dolu adımlar… Yengem araya girdi, sükûnetle olayı kendi cümleleriyle dengeledi: “Sizin çocuklarınızın bizim bahçede ne işi var?” diye sordu. O tek cümle, hadisenin yönünü değiştirdi; ben dayakla sınanmanın dışında kaldım. Akşam babam duyduğunda güldü, “İyi oğlum, mahallenin bütün çocuklarını düşman edinmeyi başarmışsın,” dedi. Onun gülüşü ödüldü bana; çünkü bir baba onayının sükûneti, bir çocuğu hayata karşı daha sağlam kılar.

O günden beri bir prensibim var: Elimi kirletmeden, başkasının kendi hareketleriyle yüzleşmesini sağlamak. İntikamı bir haz olarak taşımadım; hazım, onların yaptıklarının aynada kırılıp kendilerine dönmesini seyretmekti. Bu, insanın kendine verdiği bir eğitimdir: kötü eylemler çoğu zaman kendi zemininde çöker; yeter ki biz o zeminı hazırlamak için aklı seçelim. Buzdan adamım, bana bu estetiği öğretti: Bir strateji kur, sabırla işle, sonucu izlemekten zevk al.

Yıllar geçti. O buz eridi, mevsimler değişti, ben büyüdüm. Ama o anın verdiği tat, hâlâ yüreğimde. Bugün toplumda da sıkça görüyorum benzer tabloları: Kimi zaman bir fikir, kimi zaman bir davranış, kendi hantallığıyla başına iş açar. Bizim işimiz ellemek değil; o işin kendi döngüsünü tamamlamasına izin vermek. İyi olmak, yenilgiden kaçmak değil; adı bilinç olan erdemi taşımaktır. İyi olanın zaferi, kaba bir galibiyetten değil, düzenin, adaletin, aklın yerini bulmasındandır.

1982 yılbaşı gecesi bana bir kardan adam değil, insanlara dair bir yöntem verdi: Kötülüğün kendi silahıyla kendisine dönmesini seyretmek, elini kirletmeden adaletin kurulmasıdır. Bu derin bir zevktir; şeytanca bir planın estetiğidir. O plan, bir çocuk düşüncesinin masumiyetiyle harmanlanınca, dünyaya dair en inandırıcı derslerden birini sunar: İyilik iyidir; kötülükse kendi ağırlığı altında çöker.

Okuyanın için iyi yıllar, iyi planlar dilerim. Buzun içinde saklı o küçük zafer, hayatın akışında bize rehber olsun: Sabırla kurulmuş adalet, her zaman en zarif zaferdir.

Buzun Estetiği: 1982’den Bir Yılbaşı İtirafı
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin