Aydınlanma denilince, önce Antik Dönemin Akıl Çağı, sonra Rönesans ve Reform süreçleri ardından da Batı’da arka arkaya gelen Aydınlanma Devrimleri akla gelir. Ünlü filozof Kant’ın dediği gibi “aydınlanma aklın özgürleşmesidir”. Aydınlanma durup dururken olmuyor, kaynağında dogma değil, bilgi yer alıyor. Bilginin peşinden koşan insan her şeye inanmıyor, şüphe ediyor, sorguluyor, eleştiriyor ve doğruyu bulmaya çalışıyor. Böylelikle aklı özgürleşiyor ve aydınlanıyor.
Tarihte kısa bir yolculuğa çıktığımızda Orta Asya’nın 8. ve 12. yüzyıllar arasında Altın Çağı yaşadığını görüyoruz. Batı Orta Çağı karanlığını yaşarken bu bölgede matematik, gökbilimi, kimya, tıp, jeoloji, sanat, musiki, sosyal bilimler, ilahiyat ve felsefe gibi disiplinlerin olduğunu öğreniyoruz.
“Kayıp Aydınlanma” son birkaç ayda okuduğum harika kitaplardan biri. Yazarı S. Frederick Starr, Orta Asya’nın Altın Çağı’nı oldukça geniş bir kaynakçaya ve arşive dayanarak anlatıyor. Bu değerli eseri İngilizceden dilimize Yusuf Selman İnanç kazandırmış. Kitap sanki Türkçe yazılmış gibi. O dönemde onlarca düşünür, bilim ve sanat insanının çok önemli çalışmalar yaptığını anlıyoruz. Bunlardan bazılarına kısaca değinelim.
Harezm bölgesindeki Kath şehrinde doğan El Biruni astronomi, matematik, fizik, coğrafya, tarih… gibi alanlarda çok önemli çalışmalar yapmış. İslam ve Türk dünyasının en önemli bilginlerinden biri. Afganistan toprakları içerisinde bulunan Gazne’de ölmüş. Bugünün Afganistan’nında böyle bir bilim adamı yetişebilir mi? Biliyorum, imkânsız diyeceksiniz.
Kazakistan’ın Otrar kentinde doğan Farabi, büyük mantıkçıdır. Metafizik, epistemoloji, ahlak, fizik, astroloji, psikoloji ve musiki… gibi alanlarda önemli çalışmalar yapmıştır. Bilim yapma yönteminde titiz bir akıl yürütme yer alır. Doğu’da Aristoteles’den sonra ikinci öğretmen olarak bilinir.
Özbekistan ile Türkmenistan arasındaki sınırda kalan Harezm bölgesinde doğan El Harezmi, zamanın en büyük matematikçisidir. Cebirin kurucusudur, Batı’ya cebiri öğreten bu matematikçinin kitapları yüzyıllarca Avrupa kıtasında ders kitabı olarak okutulmuş. Onun, “El- Cebir” adlı kitabına Avrupalılar kendi dillerinde “algebra (cebir)” adını verdiler. Harezmi eserlerinde, problemlere özgün bir metodoloji geliştirerek yaklaşıyordu. Bu bir tür akıl yürütme ve problem çözme biçimiydi. Batılılar bu yöntemi önemli buldular, bu özgün yönteme El Harezmi ismini farklı biçimde telaffuz ederek “algorithm (algoritma)”dediler. Yani algoritma sözcüğü onun isminin bozulmuş hâlidir.
Horasan’ın Tusi kentinde doğan Nasirüddin Tusi, gök bilimci, filozof ve bir hezârfendir. Merâga kentinde bir rasathane kurmuştur. Burası bugün Doğu Azerbaycan’da bir şehirdir. Matematikte bulduğu hipotezlerle deneyden elde ettiği gözlemlerini harmanlayarak Aristoteles’in evren görüşünü sorguladı, onun varsayımlarından birini düzeltti ve gezegenlerin boylamlarının tahmin edilişini kolaylaştırdı. On altıncı yüzyılda Kopernik, Tusi’nin çalışmalarından yararlanarak “güneş merkezli evren” anlayışını geliştirdi.

Nişaburlu Ömer Hayyam, Orta Asya bilim ve matematiğinin eşsiz dehasıdır. Aynı zamanda gökbilimci, mühendis, filozof ve şairdir. Rubailerine hayran olmayan yoktur. “Kim görmüş o cenneti, cehennemi ?/ Kim gitmiş de getirmiş haberini? / Kimselerin bilmediği bir dünya / Özlenmeye, korkulmaya değer mi ?” Şair olduğu kadar da matematikçiydi. Ta o devirde üçüncü derece denklemlerin çözümlerine ilişkin özgün yöntemler geliştirdi.

Özbekistan’ın Buhara şehrinde doğan İbn-i Sina’nın “Tıbbın Kanunu” adlı eseri Avrupa’da altı yüzyıl üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuş. Bu dönemin büyük düşünürlerinden ve hekimlerinden biridir. Tıp, felsefe, matematik, astronomi, kimya, mantık ve metafizik gibi alanlarda çalışmalar yapmış.
Bu coğrafyadan bazı isimleri de eklemeye devam edelim. Matematikçi ve gökbilimci Ali Kuşçu, Matematikçi Buzcani, coğrafyacı El Ceyhani, gökbilimci ve hezârfen El Hazini, Türk dil bilgini Kaşgarlı Mahmut, gökbilimci ve matematikçi Mansur Bin Irak, eğitimci ve gökbilimci Uluğ Bey, Afganistanlı düşünür İbn-i Ravendi ve daha birçok isim yazılabilir. O dönemde yapılan bilimsel çalışmalar bölgenin her alanda ileri bilgi ve teknolojiye sahip olmasını mümkün kılmıştı. Bu insanlar kağıt imalathaneleri, güneş takvimleri, rasathaneler, usturlaplar yaptılar. İdrar tahlili bile yapabiliyorlardı, ilginç değil mi? Dahası var, Orta Asya’nın İslamiyet öncesi düşünürlerinden Bozorgmehr “tavla”nın mucidi olarak bilinir.
Gelişmiş sulama sistemleri sayesinde ileri düzeyde tarım yapılıyordu. Bilim, sanat ve felsefe birikimi; mimarinin, kentlerin, ticaretin gelişmesinde itici bir güç olmuş ve bu sayede büyük medeniyetler inşa edilmişti. Bölge de bu kültür birikimi üzerinde zenginleşmişti.
Peki ne oldu da, bu bölgedeki Altın Çağı sona erdi? Frederick Starr’a göre, İslamiyet’ten önce Orta Asyalılar araştırmacı, tahsilli, matematik bilen, dünyasallaşmış ve özgüven sahibi topluluklardı. Arap işgalleriyle birlikte entelektüel bir çöküş başladı. Bunun bir sonucu olarak “hakim din anlayışı” ve “gelenekçilik” Orta Asyalıların Rönesans’ı başlatmalarına engel oldu.
Buna benzer durumlar da, 16. ve 17. yüzyıllarda Türki imparatorluklarda yaşandı. Matbaaya karşı olan umursamazlık entelektüel hayatın gelişimini engelledi. Entelektüel gelişimi destekleyen ortamlar olmayınca da aydınlanma da olmadı. Kimi kaynaklar, Moğol istilasının bölgenin insan gücünü, servetini ve entelektüel kaynaklarını yok ettiğini söylüyor. Bazıları da, Gazali’nin, hakikatin anahtarının “akıl ve bilim” değil “inanç” olduğu görüşünün bölgede yaygınlaşması sonucunda aydınlanma kıvılcımlarının söndüğünü iddia etmektedir. Aydınlanma burada durmuş ama yok olmamış, bu kıvılcımlar Orta Asya’nın bozkırlarından başka yerlere ve bazıları da Anadolu’ya ulaşmış. On üçüncü yüzyılda, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli, Mevlâna, Ahi Evran ve Yunus Emre gibi… bilgeler “akıl”, “ilim”, “bilim” “adalet”, “barış”, “hoşgörü”, “sevgi”, “saygı”…. gibi değerleri merkeze alarak yüzyıllarca Anadolu’yu aydınlatmışlar ve halen de oradan günümüze ışık tutuyorlar.
Yorumlar kapalı.