Askerî hastanelerin kapatılması, bu ülkenin hafızasında sadece bir idari düzenleme değil, ordunun en kritik damarlarından birinin kesilmesi anlamına geliyor. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sağlık sistemi, yalnızca hastane binalarından, personel kadrolarından veya protokollerinden ibaret değildi; savaşın ortasında nabız tutan, cephe gerisinde askerini hayata döndüren, darbelerden depremlere kadar en ağır koşullarda ayakta kalan bir gelenekti. GATA ve ona bağlı askerî hastaneler, Türkiye’nin harp cerrahisi alanında dünyanın sayılı merkezlerinden biri olarak tanınırken; bugün bu geleneğin neredeyse tamamen sönmeye yüz tuttuğuna tanıklık ediyoruz.
Bu coğrafyada askerî tıbbın tarihi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kesintisiz bir birikimin ürünüdür. Kırım Savaşı’nda cephe gerisindeki büyük sağlık organizasyonundan, Balkan Harbi’nin yokluk içinde bile kurulan sıhhiye düzenine; Çanakkale’de binlerce Mehmetçiği ölümden döndüren seyyar hastanelerden, Doğu cephesinde tifüs ve dizanteriyle savaşan hekimlere kadar uzanan uzun bir zincirden söz ediyoruz. Bu zincirin Cumhuriyet dönemindeki en parlak halkası ise hiç kuşkusuz GATA idi. Yetiştirdiği cerrahlar, hem barış zamanında hem de terörle mücadelede en zor vakaların altından kalkarak uluslararası literatüre girmişti.
Ancak bugün geldiğimiz noktada, bir zamanlar harp cerrahisinde otorite kabul edilen bu kurumların büyük bölümü kapatılmış durumda. Revirine kadar küçültülmüş, personeli dağıtılmış, uzmanlık geleneği parçalanmış bir askerî sağlık sistemi geriye kaldı. Bir zamanlar sadece deneyimi değil, refleksiyle bile hayat kurtaran askerî sağlık personelinin büyük kısmı ya sivil kurumlara dağıtıldı ya da meslek pratiğini kaybetmek üzere. Özellikle ordu hemşireliği ve askeri sağlık astsubaylığı gibi alanlarda yetişmiş personelin yok oluşu, gelecekte telafisi mümkün olmayan bir boşluk yaratıyor.
Gaziler için oluşturulan rehabilitasyon merkezlerinin durumu ise bu kopuşun ne kadar yıpratıcı olduğunu açıkça gösteriyor. FTR merkezleri ağır bir hantallığın içinde, donanımsal olarak yetersiz, personel açısından ise dağılmış bir yapıyla ayakta durmaya çalışıyor. Oysa askerî tıp geleneğinde gazi rehabilitasyonu, yalnızca fizyoterapi değil; moral, disiplin, psikolojik destek, harp travmasına özgü yaklaşım ve personelin askeri kültürü bilmesi gibi özel bir bütünlüğe dayanırdı. Bugün bu bütünlükten geriye yalnızca tabelalar ve hatıralar kaldı.
Dünyanın sayılı harp cerrahisi merkezlerinden biri olmak, sadece geçmişle övünülerek korunamaz. Bu unvan, aktif savaş hekimliği birikiminin, sahra hastanelerinin, patlama-travma cerrahisi deneyiminin ve askeri disiplinin bir arada bulunmasıyla sürdürülebilirdi. Şimdi ise, bir avuç askeri hekim ve birkaç ordu hemşiresi ayakta kalmaya çalışıyor. Bu insanların taşıdığı birikim, tarihe değil bugüne lazım. Çünkü dünya yeni güvenlik riskleriyle karşı karşıya; sınır ötesi operasyonlar devam ediyor; askerin sahadaki varlığı her zamankinden daha kritik. Asker sahadayken sağlık sistemi masada kalamaz.
Askerî hastanelerin yeniden açılması, nostaljik bir talep değil stratejik bir zorunluluktur. Bir ülkenin ordusu, kendi sağlık sistemine sahip değilse tam anlamıyla bağımsız kabul edilemez. Şehidini, gazisini, yaralısını kendi hekimine emanet etmeyen bir ordunun manevî bütünlüğü de yara alır. Üstelik askerî tıp sadece asker içindir demek de doğru değildir; depremde, selde, salgında en hızlı organize olan hep bu birimlerdi. Türkiye’nin afet yönetimi tarihine baktığımızda, askerî sağlık sisteminin yokluğunda ciddi bir refleks kaybı olduğu görülür.
Bugün yeniden kurulması gereken şey yalnızca GATA tabelası değil, askerî tıbbın ruhudur. Disiplini, refleksi, tecrübesi ve kültürüyle bir bütün olan bu sistem yeniden inşa edilmediği sürece, ülkenin güvenlik mimarisinde büyük bir boşluk kalacaktır. Harp cerrahisi mutlaka geri getirilmeli; uzman kadrolar yeniden oluşturulmalı; sivil hastanelerde dağılan personel, deneyimiyle birlikte askeri yapıya kazandırılmalı; gaziler için özel merkezler yeniden güçlendirilmelidir. Çünkü askerin yarasını en iyi askerî hekim sarar.
Türkiye’nin güvenliği sadece sınırda değil, sağlık merkezlerinde de savunulur. Bu savunmanın zırhı ise askerî tıbbın yeniden canlandırılmasıdır. Bu adım ertelenemez, ötelenemez, hafife alınamaz. Çünkü bir milletin askerine verdiği değer, vatanına verdiği değerin en berrak göstergesidir.












Yorumlar kapalı.