Doktorluk mesleğinin ağırlığı, insan hayatının kırılganlığıyla ölçülür. Bir doktor, sadece bir meslek erbabı değil, bu milletin sağlığını omuzlarında taşıyan kişidir. Fakat ne yazık ki bugün bu kadim meslek, gündelik telaşların, popüler politik dillerin, hız ve tüketim çağının içinde sıradanlaştırılmış hâle geliyor. Bu sıradanlaşma, aslında toplumun kendi sağlığına karşı sergilediği bir kayıtsızlık olarak karşımıza çıkıyor.
Bu coğrafyada bir doktor yetiştirmek, yalnızca bireysel başarıya değil, bütün bir toplumun ortak emeğine dayanır. Osmanlı’nın Tıphane-i Amire’den başlayarak kurduğu modern tıp geleneği, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılan sağlık seferberliğiyle birleştiğinde ortaya ciddi bir tarihî birikim çıkmıştı. Tıbbiyeli öğrencilerin Balkan Savaşları’nda cephelerde yok oluşu, Cumhuriyet döneminde salgınlara karşı köy köy dolaşan hekimlerin fedakârlığı, savaş yıllarında yokluk içinde bile insan hayatı kurtarmaya çalışan doktorların direnci… Tüm bu örnekler, bu toplumun hekimini ne zorluklarla yetiştirdiğinin kanıtıdır.
Bugün de bir doktorun yetişmesi, yıllarca süren eğitim, laboratuvar ortamları, klinik deneyimler, nöbetlerle geçen geceler ve maddi-manevi ağır bir birikim gerektiriyor. Bu birikim sadece doktorun değil, milletin birikimidir. Çünkü doktor, devletin yaptığı yatırımın ve toplumun verdiği emeğin karşılığıdır. Böyle bir emeğin ürünü olan bir mesleğin sıradanlaştırılması, ona yönelen şiddetin haber bültenlerinin rutinlerine karışması, toplumun kendi geleceğini sıradanlaştırmasıyla eşdeğerdir.
Bu noktada özel hastanelerin rolü, Türkiye’de sağlık hizmetinin dönüşümünde önemli ama tartışmalı bir yer tutuyor. Özel sektör, elbette sağlık hizmetinin tamamlayıcı bir parçası olabilir; ancak sorun, Türk milletinin büyük fedakârlıklarla yetiştirdiği hekimlerin sistematik biçimde özel hastanelere yönelmesiyle başlıyor. Doktorun kamusal alandan uzaklaşması, toplumun eşit ve nitelikli sağlık hizmetine erişimini zayıflatıyor. Çünkü kamusal sağlık, bu ülkenin en temel güvenlik meselesidir; tıpkı eğitim ve adalet gibi.
Bugün pek çok nitelikli hekimin, ekonomik nedenlerle veya daha iyi çalışma koşulları uğruna özel sektöre yönelmesi anlaşılır bir durum. Fakat bu durum sürdürülebilir değildir. Çünkü milletin ortak emeğiyle yetişen hekimlerin ağırlıklı olarak özel hastanelerde toplanması, toplumun geniş kesimlerinin sağlık hakkını dolaylı biçimde daraltır. Bu nedenle, bu ülkede yetişen doktorların yeniden devlet ve üniversite hastanelerine dönüşü, sadece bir tercih meselesi değil, milletin sağlıklı geleceği açısından zorunluluktur. Kamuya dönüş, bilgiyi kamusal alana geri getirmek, birikimi toplumla yeniden buluşturmak, tıbbi etiğin köklerine dönmek demektir.
Devlet hastaneleri ve üniversite klinikleri, bu ülkenin sağlık omurgasıdır. Bu omurganın zayıflaması, geleceğin zayıflamasıdır. Hekimlerin büyük çoğunluğunun özel sektörde toplanmasıyla oluşan dengesizlik, yalnızca bir personel dağılımı sorunu değil, sağlık hakkının yapısal bir erozyonudur. Türk milletinin yıllarca emek verdiği hekimlerin bilgi birikimi, akademik yeteneği ve insan kaynağı kapasitesi, ancak kamusal alanda toplandığında değerini bulur. Çünkü kamusal alan, bir hekimin kendini geliştirirken aynı zamanda yeni nesil hekimleri yetiştirdiği yerdir. Bu zincirin kopması, tıbbın geleceğinin kopmasıdır.
Doktorluk mesleğinin etik boyutu, tüm bu karmaşanın üzerinde duran bir pusula gibidir. Hastanın statüsüne, kimliğine, cebindeki paraya bakmadan hizmet etmek, bu mesleğin en temel ilkesidir. Bu ilkenin sürdürülebilirliği, kamunun güçlü ve nitelikli sağlık hizmeti verebilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla hekimlerin yeniden devlet ve üniversite hastanelerine dönmesi, etik zeminin korunması açısından da zorunludur.
Bugün doktorluk sıradanlaştırılıyorsa, aslında sıradanlaştırılan şey bir milletin kendi geleceğidir. Çünkü bir toplum, doktoruna verdiği değer kadar yaşama değer verir. Bu değer geri kazanılmadıkça, hiçbir reform, hiçbir kalkınma hamlesi, hiçbir büyüme rakamı bu ülkenin sağlık yükünü taşıyamaz. Geleceği korumak için hekime, hekimi korumak için ise güçlü kamusal sağlık sistemine ihtiyaç var. Bu ihtiyaç ertelenemez, göz ardı edilemez, hafife alınamaz. Çünkü insan hayatının ertelenebilir yanı yoktur.












Yorumlar kapalı.