Türkiye Cumhuriyeti’nden ademi merkeziyetçilik, üniter yapıdan geri adım, anayasal ilkelerden taviz ya da egemenlikten feragat isteyen herkesin görmezden geldiği bir gerçek vardır: Türk milleti devletiyle birlikte hareket ettiğinde, hiçbir proje masa başında hayata geçirilemez. Bu ülke, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, oradan Ulu Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e uzanan çizgide, dayatmaları değil direnci miras almıştır. Türkiye’de devlet yapısını kökten değiştirecek hiçbir talep, Türk milletinin iradesi dışında ve ona rağmen kabul ettirilemez.
Ademi merkeziyetçilik ve benzeri talepler, teknik reform ambalajına sarılmış siyasal müdahale girişimleridir. Amaç, güçlü merkezi yapıyı aşındırmak, üniter devleti gevşetmek ve Türkiye’yi dış yönlendirmelere açık hale getirmektir. Bu taleplerin bugün ABD, İsrail ya da Avrupa merkezli çevreler tarafından farklı dillerle dile getirilmesi tesadüf değildir. Ancak hepsi aynı gerçeğe çarpar: Türk milletiyle uzlaşmadan, onun tarihsel hafızasını ve Cumhuriyet bilincini aşmadan bu topraklarda köklü bir dönüşüm dayatılamaz.
Ulu Atatürk’ün “tam bağımsızlık” anlayışı, yalnızca bir dış politika tercihi değil, devletin varlık şartıdır. Bu anlayış; savunma tercihlerinden anayasal düzene, üniter yapıdan vatandaşlık tanımına kadar her alanda kendini gösterir. Anayasanın ilk dört maddesi ile 42. ve 66. maddelerinin tartışmaya kapalı olması, bir siyasi inat değil, Türk milletinin ortak iradesinin hukuki ifadesidir. Bu maddeleri aşındırmayı hedefleyen her girişim, doğrudan millet iradesiyle karşı karşıya kalır.
Tarih açıkça göstermiştir ki Anadolu, masa başı planlarla teslim alınamaz. Bu toprakları işgal edenler, Türk’ün tunç iradesine çarpmış ve sonunda mağlup olarak çekilmek zorunda kalmıştır. Bugün de durum farklı değildir. ABD ya da İsrail dahil hiçbir devlet, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı doğrudan bir askeri dayatma yapabilecek ne meşruiyete ne de sonuç alabilecek bir güce sahiptir. Bu yüzden baskılar silahla değil, kavramlarla; işgalle değil, “reform”, “yerel yönetim”, “uyum” gibi söylemlerle denenmektedir.
Ancak sonuç değişmez. Türk milletiyle yüzleşmeyi göze almadan, bu millete rağmen ademi merkeziyetçilik ya da benzeri talepleri kabul ettirebilecek hiçbir güç yoktur. Ve bunu herkes bilmektedir. Bu nedenle cesaret edilemeyen şey askeri bir çatışma değil; Türk milletinin tarihsel kararlılığıyla doğrudan karşı karşıya gelmektir.
Türkiye Cumhuriyeti yönlendirilecek bir ülke değil, kendi yolunu kendi çizen bir devlettir. Atatürk’ün kurduğu Kemalist Cumhuriyet, pazarlık masalarında zayıflatılacak bir yapı değildir. Bu ülkede son sözü dış projeler değil, milli irade söyler. Ve o irade, egemenliğini ne ademi merkeziyetçilik masallarına, ne küresel planlara, ne de örtülü dayatmalara teslim eder.
Bu gerçek değişmedi, değişmeyecek.












Yorumlar kapalı.