Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletine yalnızca bir devlet değil, bir düşünce sistemi, bir yaşam biçimi armağan etti. Bu armağan, çağdaşlaşma hedefiyle, bilimi rehber edinmekle, aklın ve vicdanın özgürlüğüyle şekillendi. Atatürk’ün çizgisi, bir şahsın değil, bir milletin var olma mücadelesinin özüdür. Onun çizgisinden sapmak, aslında kendi kimliğimizden, kendi istiklalimizden uzaklaşmaktır.
Bir milletin yönünü tayin eden şey, yalnızca politik tercihler değil, aynı zamanda tarih bilinci ve geleceğe dair iradesidir. Türk milleti, yüzlerce yıllık imparatorluk deneyiminin ardından, Atatürk’ün önderliğinde yeniden doğmuş; küllerinden modern bir ulus-devlet yaratmıştır. Bu dönüşüm, yalnızca askerî bir zaferin değil, bir zihniyet devriminin ürünüdür. Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti, cehaletin zincirlerini kırarak aklın, bilimin ve eşitliğin temelleri üzerine kurulmuştur. Eğer bugün bu temellerden uzaklaşırsak, o büyük devrimin kazanımlarını bir bir yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.
Tarihten biliyoruz ki, milletlerin yükselişinde fikir birliği, düşüşlerinde ise rehavete kapılma önemli rol oynar. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri buna en açık örnektir. Saray entrikaları, çağın gerisinde kalan yönetim anlayışı ve bilimden uzaklaşma, bir zamanların kudretli devletini zayıf bir hale getirmişti. Atatürk, tam da bu noktada, bilimin rehberliğinde ve halk iradesine dayanan bir düzen kurarak, Türk milletine yeniden özgüven kazandırdı. Bugün bu çizgiden sapmak, bilimin yerine hurafeyi, liyakatin yerine sadakati koymak, Atatürk’ün büyük vizyonuna ihanettir.
Cumhuriyetin ilk yıllarını hatırlayalım: okuma yazma oranı yüzde beşin altındayken, birkaç yıl içinde köy enstitüleri, halkevleri, yeni eğitim kurumları açıldı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı, birçok Avrupa ülkesinden önce tanındı. Hukuk sistemi çağdaş normlara göre yenilendi, ekonomi millileştirildi, dil ve tarih çalışmalarıyla milli kimlik güçlendirildi. Bunlar sadece birer reform değil, Türk milletinin özgüven manifestosuydu. Atatürk çizgisi, işte bu özgüvenin, bu ilerleme inancının çizgisidir.
Bugün dünyaya baktığımızda, geri kalmış toplumların ortak paydasının, bilimi reddetmek, geçmişe körü körüne sığınmak ve bireysel özgürlükleri bastırmak olduğunu görüyoruz. Oysa Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek, zamanın ötesinde bir rehberlik sunmuştu. Bu sözü sadece bir öğüt değil, bir yön pusulası olarak görmek gerekir. Çünkü bilimi terk eden bir millet, hurafeye, taassuba ve manipülasyona teslim olur.
Atatürk’ün çizgisi aynı zamanda bağımsızlık çizgisidir. “Tam bağımsızlık” derken, sadece siyasi bağımsızlığı değil, ekonomik, kültürel ve zihinsel bağımsızlığı da kastetmiştir. Günümüzde küresel baskılar, ekonomik çıkar oyunları ve medya manipülasyonları, milletlerin iradelerini şekillendirmeye çalışıyor. Eğer biz kendi aklımıza, kendi değerlerimize, Atatürk’ün bize emanet ettiği düşünce sistemine sahip çıkmazsak, bağımsızlığımızı kâğıt üzerinde korusak bile ruhen kaybederiz.
Atatürk çizgisi, aynı zamanda hoşgörünün, birleştiriciliğin ve ilericiliğin çizgisidir. O, farklı inançları, düşünceleri ve kültürleri bir potada eriterek modern bir ulus yaratmayı başardı. Bugün kutuplaşmaların arttığı, ortak değerlerin zayıfladığı bir dönemde yaşıyoruz. İşte tam bu yüzden Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışına, aklın ve vicdanın ortak paydasında buluşma ilkesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Ulu Önder’in hedefi, sadece bugünün Türkiyesi değil, çağlar boyunca varlığını sürdürecek bir Türk milleti yaratmaktı. O, geleceğe seslenirken “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyordu. Bu payidarlık, ancak onun düşünce sistemine, onun vizyonuna sadık kalmakla mümkündür. Atatürk çizgisi, geçmişin değil, geleceğin yol haritasıdır.
Türk milleti, yüzyıllar boyunca nice badireler atlatmış, nice zorluklardan dimdik çıkmıştır. Bu gücün sırrı, birliğinde, aklında ve onurundadır. Atatürk’ün mirası işte bu üç değeri korumayı öğütler. Onun çizgisinden sapmamak, sadece bir geçmişe sadakat değil; çocuklarımıza, torunlarımıza, geleceğin Türkiye’sine karşı bir sorumluluktur.
Atatürk’ün gösterdiği yoldan sapmamak, geriye değil ileriye yürümektir. Çünkü o yol, bilimin ışığında, özgürlüğün nefesinde, adaletin terazisinde şekillenmiştir. Türk milleti bu yolu terk etmediği sürece, hiçbir güç onu durduramaz.












Yorumlar kapalı.