Ömer Çam
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. TÜRK MİLLETİNİN EBEDİ AŞKI

TÜRK MİLLETİNİN EBEDİ AŞKI

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türk milletinin sahip olduğu en kutsal aşk, çağların ötesinden bugüne kadar süzülüp gelen, hiçbir fırtına ile sönmeyen, hiçbir düşmanla yıkılmayan o kudretli bağdır: vatan aşkı. Bu aşk, bir milletin gönlünde yalnızca bir duygu değil, varoluşun en derin sebebi, bağımsızlığın en yüce ifadesi, tarihin en büyük destanıdır.

Hunların bozkırında, Mete Han’ın babasına “Toprak gönder” diyen komşularına verdiği cevap, bu aşkın ilk haykırışıdır: “Toprak, milletin özüdür; verilemez.” O gün Türk milletinin kalbine mühürlenen bu sevda, bir daha hiç silinmedi. Göktürkler’in Orhun Yazıtları’nda Bilge Kağan’ın “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım” sözleri, devlet adamının yüreğini yakan aşkın ifadesiydi. Bu, yalnızca bir hükümdarın sorumluluğu değil; milletine adanmış bir kalbin feryadıydı.

Selçuklu ile bu aşk yeni ufuklara kanatlandı. Malazgirt’te Alparslan, beyaz kefenini giyerek ordusunun önünde yürüdü. Çünkü vatan aşkı uğruna ölmeyi göze almak, Türk milletinin yüreğine yakışan tek şerefti. Ve o gün, Anadolu’nun kapıları açılırken aslında bir toprak parçası kazanılmadı; milletin gönlüyle vatan arasındaki bağ yeniden inşa edildi.

Osmanlı’da bu aşk cihanın ufuklarına taşındı. İstanbul surlarının önünde, Fatih Sultan Mehmed’in genç kalbi gökleri titreten bir heyecanla çarpıyordu. Onun hayali yalnızca bir şehri fethetmek değildi. O, milletine yeni bir yurt, yeni bir ufuk açmak için yüreğinde vatan aşkının ateşini taşıyordu. Süleyman’ın adaletinde, Yavuz’un kudretinde, Osmanlı sancağının dalgalandığı her diyarda hep aynı aşkın izleri görüldü.

Fakat asıl sınav, milletin varlığına kast edildiğinde verildi. Çanakkale’de Mehmetçik, dalga dalga gelen ordulara göğsünü siper ederken, ardında bıraktığı evini, sevdasını değil; önündeki vatanı düşündü. Çünkü vatan elden giderse, geride bırakılan hiçbir şeyin anlamı kalmazdı. Çanakkale’nin kayalıklarında göğe yükselen şehit duaları, Türk milletinin gönlündeki aşkın ölümsüz şarkısı oldu.

Ve nihayet, Milli Mücadele’de bu aşk en saf ve en kudretli hâlini buldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ya istiklal ya ölüm!” haykırışı, aslında bir milletin kalbindeki vatan aşkının yankısıydı. Sakarya’da bir nehir gibi akan kan, Dumlupınar’da göğe yükselen şehadet yalnızca bir bağımsızlık savaşı değil, aşkın zaferiydi. Çünkü Türk milleti, esareti değil, aşkı seçti.

Bu kutsal sevda yalnızca savaş meydanlarında değil, günlük hayatta da milletin damarlarında dolaşır. Dilini korumasında, bayrağını göndere çekerken eğilmemesinde, kültürüne sahip çıkmasında hep aynı aşkın izleri vardır. Türk milleti bilir ki, vatansız millet göksüz kuş gibidir; uçamaz, yükselemez, var olamaz.

Hun’dan Göktürk’e, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Cumhuriyet’e kadar geçen her çağda bu aşk yeniden doğdu. Toprağa kazınan yazıtlarda, şairlerin mısralarında, anaların dualarında, yiğitlerin şehadetinde hep aynı sevdanın adı vardı. Bu yüzden Türk milleti, hangi çağda, hangi coğrafyada olursa olsun, en büyük aşkını daima yanında taşıdı: Vatanını.

Gök kubbe yıkılsa da, dağlar eriyip taşsa da, nehirler kurusa da Türk’ün gönlünde yanan bu aşk asla sönmeyecek. Çünkü bu aşk yalnızca bir sevda değil; bir iman borcu, bir varoluş yemini, ezelden ebede uzanan ebedi bir destandır.

TÜRK MİLLETİNİN EBEDİ AŞKI
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin