Dokunsalar ağlayacak çocuk gibiyiz…
Ama bu çocuk, devletin öz evladı.
Sırtında yıllardır “yerli ve milli” diye yük taşıyor, cebine bakıyorsun; boş.
Milletin çocuğu işsiz, umutsuz, göç yollarında.
Ama milletin sırtına yapışmış “yabancı misafir” en güzel arabada, en ucuz mazotta, en bedava sağlıkta…
Kendi evlatlarımız üniversite bitirip garsonluk bulamıyor, yabancılar elini kolunu sallaya sallaya sokaklarda “patron” gibi dolaşıyor.
Tarım bitmiş, köylü perişan.
Tarlalar ekilmiyor, market rafında ithal soğan, ithal patates, ithal buğday.
“Yerli ve milli” diyenlerin masasında ithal et, ithal içki, ithal telefon…
Köylü çocuğu sabahın beşinde hayvan güderken, beyefendiler “organik kahvaltı” adı altında köylünün üç günlük kazancını tek tabakta yiyor.
Adalet desen, adaleti tartacak terazi kalmamış.
Gariban ekmek çalınca suçlu, holding sahibi vergi kaçırınca “mükellef”.
Öğrenci tweet atsa gözaltı, milyonları götüren ihale baronuna devlet protokolünde kırmızı halı.
Bu nasıl eşitlik? Bu nasıl hukuk?
Sınırlar…
Sınır dediğin, milletin namusudur.
Ama bugün bakıyorsun, delik deşik.
Elini kolunu sallayan giriyor.
Bir vatandaş sınırda bayrak açsa “sakıncalı”, yabancı elinde bıçakla gezerken “kardeşlik”.
Kendi evinde misafir gibi yaşamaya zorlanan bir millet olduk.
Ekonomi…
Dolar çıkıyor “dış güçler” diyorlar, dolar iniyor “biz indirdik” diyorlar.
Milletin cebinde para yok, ama televizyon ekranında “uçuyoruz” deniyor.
Birileri saraylarda ışık şöleni yapıyor, öteki pazarda çürük sebzenin peşinde tartışıyor.
Milletin cebi boş, milletin sabrı dolu.
Ama unutmasınlar…
Dokunsalar ağlayacak o çocuk, bir gün yumruğunu sıkacak.
Bu milletin sabrı sınanmaz.
Bu milletin alnındaki ter, masadaki kırıntıya değil; sofradaki ekmeğe taliptir.
Bu millet, kendi vatanında misafir değil, ev sahibidir.
Günü gelir, o çocuk büyür… Ve büyüdüğü gün, bu ülkenin defteri yeniden dürülür.
Yorumlar kapalı.