1984’te bireyin yalnızca eylemleri değil, düşünceleri dahi suç unsuru olarak kabul edilir. Düşünce Polisi (Thought Police), insanların zihnini kontrol altında tutmaya çalışır ve rejime aykırı fikirler ölümcül bir tehdit olarak görülür.
Günümüzde de farklı düşünceler, eleştirel sesler ve muhalif görüşler büyük bir baskı altında. İfade özgürlüğünün daraltılması, eleştirinin ihanetle eş tutulması ve otoriteye biat etmeyenlerin cezalandırılması, Orwell’in kurguladığı dünyaya ürkütücü bir şekilde benzemektedir. Bireylerin korku içinde yaşadığı, en basit eleştirinin bile ağır sonuçlar doğurduğu bir düzen, 1984’ün gölgesinde yaşadığımızın bir kanıtıdır.
Sonsuz Savaş ve Korku İklimi
Orwell’in romanında, savaş asla bitmez. Sürekli olarak bir “düşman” yaratılır ve halkın dikkatinin başka yöne çekilmesi sağlanır. Toplum, iç ve dış tehditlere karşı daima bir korku içinde tutulur.
Bugün de benzer bir strateji uygulanıyor. İç ve dış düşman söylemleri, sürekli değişen tehdit unsurları, toplumu bir arada tutmanın ve yönlendirmenin en etkili aracı hâline gelmiş durumda. Halkın gerçek sorunlar üzerine düşünmesine izin verilmez; onun yerine, hayali ya da abartılmış tehditler üzerinden sürekli bir endişe hâlinde yaşaması sağlanır.
Sonuç: 1984 Distopya mı, Gerçek mi?
Orwell’in yazdığı 1984, yalnızca bir roman değil, aynı zamanda zamanın ötesine uzanan bir kehanet gibidir. Günümüz dünyasında, özellikle de bizim gibi ülkelerde, bu romanın satırları adeta birer haber başlığına dönüşmüş durumdadır.
Ancak unutulmamalıdır ki Orwell’in amacı, bizleri karanlığa teslim etmek değil, tam tersine bu tehlikeye karşı uyarmaktı. 1984’ün karanlık dünyası, kaçınılmaz bir yazgı değildir. Bireyler olarak bilinçli olmalı, sorgulamalı ve gerçeğin peşinden gitmeliyiz. Çünkü en büyük distopya, insanların olup bitene gözlerini kapadığı bir dünyadır.
Ve belki de bugün en çok hatırlamamız gereken şey şudur: Özgürlük, iki artı ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir.
Yorumlar kapalı.