Tarih, sadece madalyalarla değil, yakalara takılan küçük rozetlerle de yazılır bazen.
O rozet, bir fotoğraf değildir…
Bir milletin dirilişinin sembolüdür.
Bir teğmen düşünün, Atatürk’ün resmini takmayı “reddediyor”…
Kendince bir duruş sergiliyor belki, ama o duruşun gölgesi, vatan toprağının üzerinde uzun zamandır görülmemiş bir soğukluk bırakıyor.
Çünkü o yakaya takmadığın Atatürk, senin üniformana işlenmişti zaten farkında değilsin sadece.
Şimdi bir karar çıkıyor:
“Atatürk’e saygı duymuyorum” diyen geri dönüyor.
Demek ki artık silahın namlusu çeliğe, ama yüreğin kum torbasına dönmüş.
Demek ki, subaylık artık “disiplin” değil, “düşünce özgürlüğü” zannediliyor.
Bir zamanlar bu topraklarda, askerin kalbinde bayrak gölgesi olurdu, şimdi bazı kalplerde karanlık bir perde var.
Ve ne acıdır ki, o perdeyi “özgürlük” diye alkışlayanlar, gölgede kaldıklarını fark etmiyorlar.
Atatürk’e saygı duymayanı orduya alanlar,
yarın o orduyu “Atatürk düşmanlarına” karşı nasıl yönetecekler, merak ediyorum.
Bu millet, Gazi’nin çizmesinin izinde yürüyen askerleriyle gurur duyar.
Ama çizmeyi değil, kökünü inkâr eden subaydan sadece utanır.
Bir gün gelir, yakasına Atatürk rozeti takmayanlar da anlayacak:
O rozet, bir süs değil bir emanet mührüydü.
O mührü reddedenin, ne üniforması kalır, ne itibarı.
Yorumlar kapalı.