2006’dan 15 Temmuz’a, Subayların Hedef Alınması ve TSK’nın Geleceği
Haziran 2006’dan bu yana süregelen iddialar, komutanlara yönelik soruşturma ve tasfiyelerin bir bütün halinde “TSK’yı boşaltma” amacı taşıdığına dair ön görüleri güçlendiriyor.
Öncelikle; Atatürk’ün Bilinmeyen Bir Konuşmasını Hatırlatmakta fayda var.



Türkiye’nin ordusundaki tasfiyeler, dava süreçleri ve 15 Temmuz sonrası uygulamalar, bazı gözlemciler ve eski askerler tarafından “asimetrik taarruz” olarak nitelendiriliyor. Bu sürecin ilk halkası Haziran 2006’da, “Atabeyler çetesi” adıyla başlatılan soruşturmayla ortaya çıktı; o soruşturmada Pilot Yzb. Murat Eren’in tutuklanması, sürecin sembolik başlangıcı sayıldı.
2000’li yıllarda Ergenekon, Balyoz gibi davalarla yüzlerce subayın uzun soruşturma ve tutukluluk süreçlerinden geçirilmesi; 15 Temmuz 2016 sözde darbe girişimi sonrası tasfiyelerin hızlanması; Montrö tartışmaları sırasında 104 emekli amiralin bildirisinin sahiplenilmesi nedeniyle haklarında yürütülen soruşturmalar; son dönemde bazı teğmen ve subayların ihraç edilmesi ve kimi isimlere yönelik fiziksel, hukuki hatta sözlü tacizlerle saldırı ve tutuklamalar hızla devam etmekte.
Tüm gerçekler toparlandığında ve büyük resimden bakıldığında hatta tüm gelişmeleri tek tek olaylar olmaktan çıkarıp “19 yıllık bir strateji” perspektifiyle değerlendirdiğimizde, ortaya çıkan ise; gerçekleştirilmek istenen amacın, subay kadrolarını zayıflatarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kurumsal kapasitesini azaltmak ve dolayısıyla ulusal savunma mekanizmasını zaafa uğratmak olarak okunabilir.
“Komutanlar yoksa TSK’da komuta yoktur; TSK yoksa vatan savunması da yoktur” şeklinde öznelliğinde değerlendirebileceğimiz olaylar bütününde temel argüman, Atatürk’ün “Orduyu yok etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır” sözlerine karşın bir taarruz olduğunu ortaya koymakta.
Olayların kronolojisi ve ana hatlar
- Haziran 2006: Kullanılan ifade ile “Atabeyler çetesi” iddiasının başladığı dönemde, ilk gözaltılar ve tutuklamalar gerçekleşti. Murat Eren isimli pilotun tutuklanması, o günkü sürecin sembolü olarak anılıyor.
- 2007–2012 dönemi: Ergenekon, Balyoz gibi dava başlıkları altında yüzlerce asker soruşturmaya uğradı; kimi subaylar uzun tutukluluk süreçleri yaşadı.
- 15 Temmuz 2016: Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL uygulamaları ve KHK’lerle çok sayıda asker görevden uzaklaştırıldı veya ihraç edildi.
- Montrö bildirisi (tarih belirtilmiş 2016 sonrasında): 104 emekli amiralin Montrö’ye ilişkin açıklaması sonrası bazı imzacılar hakkında soruşturmalar açıldı; bu süreçte diğer vekiller ve kamusal figürlerle ilgili farklı muamelerin gündeme geldi.
- Son dönemde: Teğmen ve subay ihraçları, isimlere yönelik saldırılar ve haklarında işlem yapılan komutanlarla ilgili yeni tartışmalar devam ediyor.
Uzmanlar ve gözlemcilere göre
Bu gelişmeleri takip eden siyaset bilimi uzmanları ve devlet aklı bilen Türk milletine ait çevreler, ordunun profesyonel ve komuta zincirinin korunmasının önemine dikkat çekiyor; subayların itibarsızlaştırılmasının milli savunma açısından stratejik risk oluşturduğunu da savunuyorlar.
Bağımsız hukukçular ve güvenlik analistleri, davaların hukuki zemini, delil yargılaması ve iddiaların ayrıntılı liyakat ile incelenmesi gerektiğini belirtiyor. Bir örnek dava sonucu ayrıntılardan kaçmıyor; Ayrıca, bir ülkenin güvenlik kurumlarındaki personel sirkülasyonunun, dış politika ve iç güvenlik dinamikleriyle birlikte değerlendirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Süreklilik mi, tesadüf mü?
Dikkat çekici olan nokta, farklı başlık ve tarihlerde görülen operasyonların birbirinden bağımsız değil, birbirini takip eden parçalar olduğu görüşü. Bu bakış açısına göre hedef yalnızca bireysel personel değil; komuta kademesinin kurumsal kuvveti.
Hukuki ve toplumsal sonuçlar
Benzer olayların sürekli gündem yaratacak halde yaşatılması, hukukun üstünlüğü, asker-sivil ilişkileri ve ülkenin savunma hazır bulunmaları gibi alanlarda kamuoyunda yeni tartışmalar açıyor. Olayların doğrulanması veya çürütülmesi hem hukuki hem de siyasî sorumlulukları gündeme getirecektir.
Tüm olanlar, uzun soluklu bir tasfiye ve itibarsızlaştırma stratejisinin bir parçası gibi görünüyor; ancak bağımsız ve şeffaf incelemeler olmadan kesin sonuçlara varmak mümkün değil. Kamuoyunun bilgi talebi ve adil yargılama ilkesi, bu tür iddiaların aydınlatılmasında belirleyici olacak. Mustafa Kemal Atatürk’ün subayların korunmasına dair uyarısı, bu tartışmalarda sıkça hatırlatılıyor: “Orduyu imha etmek için mutlaka zabitini mahvetmek, zelil etmek lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta mevani ve müşkülât kalmaz.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Türk Milleti, kendi sürecini ele alacak ve gereken tepki ile itibarı iadesini tekrar kazanacaktır. Bu ezelden bir savaş olsa da, ebede giden Türk UluS aklında kazanan yine Türk Milleti olacaktır.
Yorumlar kapalı.