Bu CHP’nin hatta masaya oturan herkesin “suça iştirak” hamlesile hedeflenen; Türk devletine önce ortak olmak, sonra ayrılmaktır. Her detayı bu denli açık konuşmalarına rağmen hala bu komplo komisyonuna destek vermek için akıl tutulması yaşıyor olmak gerek!
İmralı’dan Anayasa Masasına 26 yıllık ihanetin öyküsü ile CHP’siz Meşruiyet Olmaz aklına dayanan süreçte, %38’lik seçmen kitlesi, masanın pazarlık konusu.
Türkiye, anayasa tartışmalarının tam ortasında yeniden “meşruiyet” kavramını sorguluyor. Ancak bu kez tartışmanın merkezinde ne bir hukuk profesörü ne de bir anayasa mahkemesi üyesi var. Merkezde, 1999’dan beri İmralı’da tutulan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın sözleri yer alıyor. Sızdırılan notlarda Öcalan, “TBMM’de bir komisyon kurulmasını ve CHP’nin bu komisyonda mutlaka yer almasını” istiyor.
Peki neden?
Cevap net: Yeni anayasa sürecinin meşruiyeti, halkın gözünde değil, Öcalan’ın siyasal mühendisliğinde CHP’nin katılımına bağlı kılınıyor.
Çünkü CHP bu sürece katılırsa, iktidarın elinde güçlü bir argüman olacak: “Bakın, halkın %37,8’ini temsil eden ana muhalefet de bu masada.” Yani CHP’nin sandalye sayısı değil, o sandalyelerin temsil ettiği seçmen yüzdesi pazarlık konusu ediliyor.
Bu, anayasa gibi bir toplumsal mutabakat belgesinin temsiliyetini, bir istatistik oyununa indirgemek değil de nedir?
Öte yandan, CHP bu sürece katılmazsa, iktidar 400 milletvekiline sahip olsa bile, yeni anayasa girişimi “toplumsal meşruiyet” iddiasından mahrum kalacak.
O halde soralım: Meclis aritmetiğiyle hukuk yazılabilir ama toplumsal meşruiyet bir formül müdür?
Öcalan’ın CHP Israrı ve CHP’yi sürece dahil etme isteği, aslında çok katmanlı bir siyasi hamlenin dışavurumu. Bir yandan anayasa masasının “birlikte yazıldı” görüntüsünü kurtarma çabası, diğer yandan da muhalefeti içeriden çözme stratejisi. Zira CHP’nin bu süreçte yer alması, sadece anayasa yapımına değil, sürecin tüm siyasi yüküne ortak edilmesi anlamına gelecek.
Bu, muhalefeti “suça iştirak” pozisyonuna itme manevrasıdır. Ve bu manevranın stratejik merkez üssü (görece) İmralı’dır. Ne acıdır ki, Türkiye’de anayasa tartışmalarında artık hukukçular değil, terör mahkûmları referans veriliyor. Bu da yönetimin ne denli mahkum olduğunu kanıtlıyor.
Elbet bu çirkinlik son bulacak ve Türkiye 100. yılda Siyasi Meşruiyetin Krizini, 1000 yılın son hamlesi olarak tanımlayarak tarih yazacak.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde anayasalar ya darbe sonrası dikte edildi ya da olağanüstü -MEŞRU OLMAYAN- siyasi koşullarda şekillendi. Ancak bugün karşı karşıya kaldığımız şey, olağanüstülüğün olağanlaştırılmasıdır. 400 milletvekiliyle referandumsuz geçebilecek bir anayasa sürecinde bile iktidar, Öcalan’ın “CHP mutlaka olmalı” sözlerine ihtiyaç duyuyorsa, ortada ciddi bir meşruiyet bunalımı vardır.
Bir anayasa metnini geçerli kılan, sadece hukuki prosedürler değil; o metnin arkasındaki toplumsal onaydır. Bu onay, kapalı kapılar ardında alınan “notlarla” değil, milletin vicdanında yer bulmuş bir ortak akılla mümkündür. O mümkünlük ile Türk Milleti yüz yıl önce kararını vermiştir.
Bu süreçte komisyonda olan CHP’nin arkasındaki kitle gerçekten var sayılacak mı?
Var sayılmalı mı?
Halk bu hakkı CHP’ye verdi mi?
CHP bu süreçte tarihi bir eşiğin önünde duruyor. İktidarın kurmaya çalıştığı bu masaya oturmak, meşruiyet krizi yaşayan bir süreci aklamak anlamına gelecektir. CHP, yalnızca “katılıyorum” ya da “katılmıyorum” demeyecek; hangi Türkiye’nin inşasında yer almak istediğini de seçecektir.
Bu, sadece bir komisyon meselesi değil; Türkiye’nin yarınında, terörle müzakerenin mi yoksa halkla olan mutabakatın mı esas olacağını belirleyecek bir karardır.
Türk Milleti derki; bir anayasa sadece yazılı bir metin değildir. O metnin nasıl yazıldığı, kimlerle yazıldığı ve neyin üzerine inşa edildiği, en az içeriği kadar belirleyicidir. CHP’nin bu süreçteki kararı, sadece partisel bir tercih değil, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında halk iradesiyle terör gölgesi arasında kalmış bir yol ayrımına verilecek cevaptır.
Yorumlar kapalı.