Simge ERCİYAS
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yorum-Analiz
  4. MHP’li Kadronun ‘Cahilliği’ mi, Yoksa Döngüsel Bir Kapitülasyon mu?

MHP’li Kadronun ‘Cahilliği’ mi, Yoksa Döngüsel Bir Kapitülasyon mu?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Öncelikle; Kapitülasyon, bir devletin bir anlaşmaya bağlı olarak başka devletlere tanıdığı iktisadi ve sosyal ayrıcalıklara denir. Kapitülasyon kelimesinin kökeninde Latince caput (baş) sözcüğü vardır. Geniş anlamıyla kapitülasyon baş eğmek, teslim anlaşması yapmak anlamlarını taşır.

Yıldızın bahsettiği ardınsallık (bir işe yeniden başlamak, geriye dönük işletmek) teklifi, ülkenin zenginliklerine açılan kapıyı, yabancılara bırakacak seviyede sözde demokrasi ile pay etmeye çabalamak halidir. Bu durum tam bir Roma hizmetkarının düşünüş şekli olarak karşımıza çıkmakta.

Konuya gelecek olursak;

1875 yapımı Muhâmat Kanunu ve ‘Türkiyeli’ Tartışmasının Perde Arkası

Türkiye’nin siyasi arenasında, tarihsel kavramlar üzerinden yürütülen tartışmalar sıklıkla ideolojik bir silaha dönüşür. Son günlerde, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın “Türkiyeli” kelimesiyle ilgili açıklaması, bu tür bir polemiğin fitilini “kendi hizmet ettiği yere gerekli, Türk vatanını gereksiz” yere ateşliyor.

Yıldız, Osmanlı’daki “tebâ” (tebaa) kavramının yerine, vatandaşlık statüsünü yükseltmek amacıyla 3 Nisan 1924 tarihli Muhâmat Kanunu’nda “Türkiyeli” teriminin kullanıldığını ve 1938’de “Türk”e evrilerek tarihe karıştığını iddia etti. Bu açıklama, “MHP’li cahil ya da kötü niyetli bir kadro”nun tarihsel gerçekleri çarpıttığı yönünde eleştirilere sebep oldu. Hatta ironik bir başlık altında, kanunun Osmanlı zamanında Türkiye aleyhine çalışan avukatların tasviyesine yönelik olan kanunu yani “avukatlıkta tebaa kanunu”nu “Türkiyeli” olarak önerdiği öne sürüldü.

Peki, bu iddia ne kadar tutarlı?

Tarihsel metinler ve yasal evrim ışığında, konuyu masaya yatıralım; zira burada sadece bir kelime oyunu değil, Cumhuriyet’in kimlik inşasının derin izleri var.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte avukatlık mesleğinin düzenlenmesi, devletin modernleşme çabasının bir yansımasıydı. Osmanlı döneminde, 1875 tarihli Muhâmat Nizamnamesi ve sonraki düzenlemeler, dava vekilliğini (avukatlığı) tebaa statüsüne bağlamıştı – ancak doğrudan “tebaa olmak” şartı metinlerde dolaylı olarak vurgulanıyordu. Yabancı avukatların Osmanlı mahkemelerinde faaliyet göstermesi, kapitülasyonlar nedeniyle tartışmalıydı ve Osmanlı hukukçuları, mesleğin “Osmanlı tebaası”na hasredilmesini savunuyordu. Örneğin, 1876 Nizamnamesi’nde yabancı hukuk mezunlarının kabulü için özel şartlar aranırken, genel eğilim Osmanlı uyrukluğunu (tebaa) ön plana çıkarıyordu. Bu bağlamda, “tebaa” kavramı, padişaha sadakat temelli bir uyrukluktu; etnik veya eşit vatandaşlık içermiyordu.

Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, 3 Nisan 1924’te kabul edilen Muhâmat Kanunu (No. 460), bu yapıyı dönüştürmenin ilk adımı oldu. Kanunun ikinci maddesi, avukat (muhami) olabilmek için gereken şartları sıralarken, birinci fıkrada açıkça “Türkiyeli olmak” ifadesini kullanıyordu: “1. Türkiyeli olmak”. Burada “tebaa“, artık Osmanlı’da coğrafi ve eşitlikçi bir vatandaşlık vurgusuna işaret etmekteydi ama her hâlükârda padişahlık statüsü henüz anlaşılır bir netliğe ulaşmamıştı. Kanun, Mütareke Dönemi’nde (1918-1923) ülke aleyhine çalıştığı düşünülen avukatları tasfiye etmeyi de amaçlıyordu – bir tür “devrimci arınma”.

Eleştiri noktası burada devreye giriyor: MHP’li kadronun “cahilliği”, kanunun doğrudan “tebaa”yı “Türkiyeli” ile değiştirdiğidir. Ancak, 20 Nisan 1924 Anayasası’nın 88. maddesi zaten “Türkiye ahalisi… Türk ıtlak olunur” diyordu; Muhâmat Kanunu’ndaki “Türkiyeli” ise 17 gün süren geçici bir köprüydü.

Bu eleştiri, siyasi bir salvodan öteye gitmiyor.

Bu tartışma Türkiye’nin kimlik siyasetinin aynası. “Türk”lük anayasal bütünlük olarak savunulması gereken bir gerçek iken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine düşmanlık ve muhaliflik yapan herkesin “Türkiyeli” kelimesini, etnik çeşitlilik için bir alternatif görüyor.

Tarih bize gösteriyor ki, kelimeler silahlaşınca gerçekler gölgede kalıyor. Belki de ihtiyacımız olan, cahillik ithamları yerine, ortak bir vatandaşlık dilini yeniden hatırlamak – Osmanlı tebaasından Cumhuriyet’in Türk’üne uzanan yolda, dersler çıkararak.

Bugünün tartışmalarında, tarihsel gerçekleri çarpıtmadan, bu tür kavramların nasıl birleştirici olabileceğini düşünmek belki de en akılcı yol. Kelimeler, tarih kadar kolay değişmiyor; ama tarih, bize kelimelerin gücünü anlamak için bir ayna tutuyor.

https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/hukuk-devletinin-sacayag-i-3-mart-devrim-yasalari-85461

MHP’li Kadronun ‘Cahilliği’ mi, Yoksa Döngüsel Bir Kapitülasyon mu?
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin