Simge ERCİYAS
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yorum-Analiz
  4. Ortak Coğrafya, Ortak Müdahale! Espoo ve Aarhus Sözleşmeleri

Ortak Coğrafya, Ortak Müdahale! Espoo ve Aarhus Sözleşmeleri

Aarhus ve Espoo sözleşmeleri, çevre koruması amacıyla sunulsa da Türkiye gibi ülkelerde yatırım kararlarını yavaşlatabilecek, dış aktörlerin müdahalesine kapı aralayabilecek hükümler barındırmaktadır. Türkiye’nin bu sözleşmelere taraf olmaması, çevreye karşı değil; egemenlik haklarına sadakatin bir ifadesidir.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Egemenliğimizin İnce Çizgisi: Espoo ve Aarhus’un Ardındaki Gerçek

Bu sözleşmenin ardından kurulan bilgi merkezi, küresel bir veri tabanı olarak da işlev görüyor. Bilgi verme ve Ortak izin zorunluluğu! Bunu bize yaptırmaya çalışan AB…

Türkiye’ye kurulan Uluslararası Su Tuzağı

Son yıllarda Türkiye’nin önüne getirilen iki uluslararası sözleşme, Espoo ve Aarhus, çevrecilik kılıfı altında egemenlik alanımızda ciddi tahribat yaratma potansiyeli taşıyor. İlk bakışta masum ve çevre dostu görünen bu sözleşmeler, derinlemesine incelendiğinde yalnızca çevreyi değil, ülkelerin karar alma bağımsızlığını da hedef alıyor.

Ortak Coğrafyada Ortak Yükümlülük mü, Ortak Müdahale mi?

Uygulamada katılımcılığı öne çıkaran bu iki metinden ilki, 2001’de yürürlüğe giren Aarhus Sözleşmesi. Adı uzun: “Çevresel Bilgiye Erişim, Karar Vermede Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Hakkı.” Kulağa oldukça demokratik geliyor. Ancak meseleye devletin karar alma süreçleri açısından baktığımızda tablo değişiyor. Aarhus, sadece bilgilendirme değil, yatırım ve altyapı projelerine halkın doğrudan müdahalesini ve hukuki itiraz hakkını şart koşuyor. Öyle ki, bir baraj, bir santral ya da bir endüstri tesisine başlanmadan önce, halk oylaması düzeyinde bir katılım süreci işletilmesi gerekiyor. Yani projeyi yapan değil, tepki gösteren belirleyici hâle geliyor.

Diğer metin ise, 1997’de yürürlüğe giren Espoo Sözleşmesi. Bu sözleşme, sınır aşan çevresel etki yaratabilecek projelerde, diğer ülkelere bilgi verilmesini ve onların onayının alınmasını öngörüyor. Yani siz Fırat’a bir baraj yapacaksanız, önce Suriye’ye ve Irak’a danışmak zorundasınız. Peki bu ülkelerin politik çıkarları, kendi iç istikrarsızlıkları ya da dış destekçileriyle olan ilişkileri, Türkiye’nin iç su politikasını etkileyebilir mi?

Elbette. Daha da önemlisi, bu tür istişare süreçleri zamanla uluslararası baskı mekanizmasına dönüşebilir.

Çevreci Maskeli Müdahale: Espoo ve Aarhus’un Satır Arasındaki Tehdidi

Türkiye’nin kalkınma hamleleri son dönemde sadece içeriden değil, dışarıdan da görünmez kısıtlamalarla kuşatılmak isteniyor. Bu kuşatmanın en rafine, en “iyi niyetli” maskesi ise çevrecilik. Espoo ve Aarhus sözleşmeleri, ilk bakışta doğayı korumayı hedefleyen demokratik araçlar gibi sunulsa da satır aralarına bakıldığında Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için çevre kılıfı altında işleyen bir müdahale mekanizmasına dönüşme riski taşıyor.

Espoo Sözleşmesi, “sınır aşan çevresel etki” yaratabilecek projelerde diğer ülkelerin görüşünün alınmasını öngörüyor. Yani Fırat Nehri’ne yapılacak bir barajda, Irak ve Suriye’ye “danışmadan” adım atamıyorsunuz. Peki bu ülkelerin kendi iç siyasi ajandaları, dış ilişkileri, hatta Türkiye karşıtı çıkar odakları bu istişare sürecine müdahil olursa ne olur? Ulusal bir proje, bir anda bölgesel bir pazarlık masasına dönüşebilir. Bu sadece zaman kaybı değil; egemenlik ihlalidir.

Aarhus Sözleşmesi ise, çevresel karar alma süreçlerinde halk katılımını garanti altına alıyor. Kulağa demokratik geliyor. Ancak sorulması gereken soru şu: “Halk” kimdir, kim temsil eder?

Bilgiye erişim hakkı, yargıya başvurma, karar alma süreçlerine doğrudan müdahil olma gibi haklar, bilinçli kamuoyu oluşturma yerine örgütlü lobilerin manipülasyonuna açık hâle gelirse ne olur?

Bu durumda, halk adına konuşan azınlık gruplar, büyük kamu yatırımlarını geciktiren ya da sabote eden birer veto mekanizmasına dönüşebilir.

Türkiye, bu sözleşmelere taraf değil. Olmamalı da. Zira bu metinlerin içerdiği hükümler, Batı Avrupa merkezli çevreci yaklaşımların, bizim gibi kalkınma yolundaki ülkeleri pasifleştirmek üzere yeniden kurgulanmış versiyonlarıdır. Aarhus’un dayattığı halk katılımı şartı, zayıf çevre mevzuatına sahip ve demokratik altyapısı tam gelişmemiş ülkelerde daha büyük bir kaosa kapı aralar. Çevre savunusu adı altında, yatırımlar hukuki sürüncemeye sokulur, projeler iptal edilir, gelişme süreci yavaşlatılır.

Bir diğer risk de veri ve bilgi akışı üzerinden geliyor. Aarhus, çevresel bilgilerde şeffaflığı zorunlu kılıyor. Ancak bu şeffaflık, bir tür bilgi istihbaratına da kapı aralıyor. Ülkenin enerji, madencilik, su ve altyapı projelerine ilişkin hassas bilgileri, kamuya açık kılınırken, bu bilgiler küresel veri merkezlerinde toplanıyor. Bu merkezler, masum birer arşiv olmaktan öte, yatırım kararlarına müdahale edebilecek birer denetim aracı hâline gelebilir.

Bugün Espoo, Avrupa’nın neredeyse tamamı tarafından imzalanmış durumda. Kanada’dan Kazakistan’a kadar 46 Eyalet ve AB gibi birçok ülke de bu sürece teslim olmuş durumda. Ancak Rusya, ABD, İsrail ve Türkiye bu sözleşmeye imza atmamış. Çünkü bu ülkeler, çevrecilik kisvesi altında egemenlik alanlarının kontrol edilmesine sıcak bakmıyor. Bu bir tesadüf değil; bu stratejik bir duruştur.

Rio Konferansı ile başlayan “sürdürülebilir kalkınma” anlatısı, bugün küresel şirketlerin, finans kuruluşlarının ve batılı çevreci STK’ların ortak dili hâline geldi. Ancak bu kavramın çevreyle uyumu değil, çıkarlarla uyumu sorgulanmalı. Türkiye’nin çevresel sorunlarını çözmek için Aarhus’a değil, kendi halkına, kendi bilimine ve kendi kurumlarına ihtiyacı var. Halkın bilgilendirilmesi elbette önemlidir; ama bu bilgilendirme, iç dinamiklerle, yerel anlayışla ve milli bir çevre politikasıyla yürütülmelidir.

Türkiye’nin Dicle-Fırat havzasındaki su politikası, sadece çevre değil, jeopolitik bir meseledir. Espoo, “etki potansiyeli” gibi muğlak kavramlarla su diplomasisini uluslararası müdahaleye açık hâle getirebilir. Bugün “danışma” diye başlayan süreçler, yarın bağlayıcı hukukî yaptırımlara dönüşebilir.

Türkiye’nin hedefi, çevreyi yok saymak değil; çevreyi vesayet aracına dönüştürmeden korumaktır. Espoo ve Aarhus gibi sözleşmeler, iyi yazılmış çevreci metinler olabilir; ama bizim coğrafyamızda ve bizim ihtiyaçlarımızda bu metinler, birer gelişme engeli ve dış müdahale aracı olarak karşımıza çıkabilir.

Bu yüzden Türkiye, doğaya duyarlı ama bağımsız bir çevre politikası inşa etmek zorundadır. Uluslararası sözleşmeler, bu politikanın tamamlayıcısı olabilir ama asla yönlendiricisi olmamalıdır.

Dikkat edilmesi gereken; Çevrecilik adına dayatılan bu sözleşmeler, kalkınma hakkımızı, egemenlik sınırlarımızı ve stratejik kaynaklarımız üzerindeki tasarrufumuzu sınırlandırma riskine sahiptir. Çevrecilik bahanesiyle vesayet kurulmasına izin veremeyiz.

Türkiye, bu iki sözleşmeye taraf olmadı ve olmamalı. Çünkü mesele sadece çevre değil. Mesele, bu topraklar üzerinde kimin söz sahibi olacağıdır.

Not: Bu yazı, kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. Sözleşmelerin çevreye katkıları kadar, olası jeopolitik etkileri de dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, sözleşmelere karşı olmak çevreye karşı olmak değil, egemenlik ilkesine sadık kalmaktır.

Ortak Coğrafya, Ortak Müdahale! Espoo ve Aarhus Sözleşmeleri
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin