Simge ERCİYAS
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yorum-Analiz
  4. Türkiye Anayasası Açısından İkiz Yasaların Tehlikeli Boyutları ve Self-Determinasyon Çıkmazı

Türkiye Anayasası Açısından İkiz Yasaların Tehlikeli Boyutları ve Self-Determinasyon Çıkmazı

İkiz Yasalar, Birleşmiş Milletler’in 1966’da kabul ettiği, 1976’da yürürlüğe giren “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”dir. Türkiye, ulus devlete tehdit oluşturacağı gerekçesiyle 37 yıl boyunca bu sözleşmeleri imzalamaktan kaçındı. 15 Ağustos 2000’de Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükümeti döneminde New York’ta imzalandı. 4 Haziran 2003’te AKP ve CHP’nin oylarıyla TBMM’de 4867 ve 4868 sayılı yasalar olarak kabul edildi; 17 Haziran 2003’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Sözleşmeler, halkların kendi kaderini tayin etme ve doğal kaynakları kullanma hakkını tanır. Eleştirmenler, bu yasaların üniter yapıyı tehdit ettiğini ve ayrılıkçı hareketlere zemin hazırlayabileceğini savunuyor. Son dönemde, göçmen nüfus artışı ve bölgesel özerklik tartışmalarıyla yeniden gündeme geldi. İmzacılar: Ecevit hükümeti adına Volkan Vural; onaylayanlar: AKP ve CHP.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı, Anayasa’nın temel taşlarından biridir. Bu yapı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü esas alır ve herhangi bir uluslararası anlaşmanın bu ilkeyi zedelemesine izin vermez. Ancak, 2000 yılında imzalanan ve 2003’te TBMM tarafından onaylanan “İkiz Yasalar” –yani Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme– tam da bu noktada derin çatlaklar yaratma potansiyeli taşıyor. Birleşmiş Milletler’in “İkiz Sözleşmeler” olarak bilinen bu metinleri, insan hakları kisvesi altında etnik gruplara “kendi kaderini tayin etme” (self-determinasyon) hakkı tanıyarak, Türkiye’nin anayasal düzenini doğrudan tehdit ediyor.

İkiz Yasaların Anayasa açısından yarattığı zararları, millî bütünlük, egemenlik, hukukî üstünlük ve self-determinasyon çıkmazı perspektiflerinden bakalım.

Öncelikle, İkiz Yasaların özünü anlamak gerekiyor. Bu sözleşmeler, 1966’da BM tarafından kabul edilmiş ve Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000’de imzalanmış, ardından 4 Haziran 2003’te Resmî Gazete’de yayımlanarak iç hukuka entegre edilmiştir. Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS) ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS), “ikiz” olarak adlandırılır çünkü birbirlerini tamamlar niteliktedir. Görünürde insan haklarını güçlendirmeyi amaçlasalar da, her iki sözleşmenin 1. maddesi, “Bütün halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı vardır” hükmünü içerir. Bu ifade, etnik, mezhepsel veya bölgesel grupların ayrılıkçı taleplerini meşrulaştırma riski taşır.

Anayasa’mızın 3. maddesi, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” diyerek bu tür bir “kader tayini”ne kapıyı kesin biçimde kapatır. İkiz Yasalar, bu maddeyle doğrudan çatışır çünkü self-determinasyon hakkı, pratikte etnik grupların bağımsızlık veya özerklik taleplerini uluslararası bir temele oturtabilir. Örneğin, Türkiye’deki Kürt sorunu bağlamında, bu hüküm PKK gibi terör örgütlerinin propaganda aracı haline gelebilir ve devletin bütünlüğünü zedeleyebilir. Milliyetçi kesimler, bu yasaların 2000 yılına kadar imzalanmamasının sebebini tam da bu tehlike olarak görür: Önceki hükümetler, üniter yapıya zarar verebileceği endişesiyle mesafeli durmuş, ancak AK Parti ve MHP koalisyonu döneminde imzalanmıştır.

Bu, Anayasa’nın 5. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir” ilkesini de ihlal eder niteliktedir; zira egemenlik, yabancı bir “halk” tanımına devredilemez.

Self-Determinasyon Çıkmazı

Self-determinasyon kavramı, İkiz Yasaların en tartışmalı yönüdür ve Türkiye için bir çıkmaz yaratır. Bu kavram, uluslararası hukukta tarihsel olarak sömürge halklarının bağımsızlığını desteklemek için geliştirilmişse de, modern dünyada etnik ve bölgesel gruplar tarafından ayrılıkçı hareketleri meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. İkiz Yasaların 1. maddesi, “halk” tanımını belirsiz bırakarak, bu hakkı kimin kullanabileceği konusunda tehlikeli bir açık kapı bırakır. Türkiye gibi çok etnik yapılı ancak üniter bir devlette, bu belirsizlik, ayrılıkçı hareketlere öz güven kazandırır -ki bu da 2. madde de yer alan Demokrasi ilkesinin yanış kullanımın tetikler lakin Anayasanın 2. maddesinde mutlak demokrasi yoktur. İlkelere bağlı demokrasi vardır. elini güçlendirir. Örneğin, Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir kısmını temsil ettiğini iddia eden gruplar, bu maddeyi özerklik veya bağımsızlık taleplerini uluslararası platformlarda savunmak için kullanabilir. Bu, yalnızca Anayasa’nın 3. maddesine değil, aynı zamanda 4. maddeyle korunan değiştirilemez ilkelere de aykırıdır.

Self-determinasyon çıkmazı, hukuki olduğu kadar siyasi bir sorundur. Uluslararası toplum, bu hakkı sıklıkla seçici bir şekilde uygular: Batı devletleri, kendi toprak bütünlüklerini korurken, Türkiye gibi stratejik öneme sahip ülkelerde bu tür maddeleri bir baskı aracı olarak kullanabilir. Yugoslavya’nın dağılması, Kosova’nın bağımsızlığı gibi örnekler, self-determinasyonun nasıl bir parçalanma silahına dönüştüğünü gösterir. Türkiye’nin jeopolitik konumu –Suriye’deki istikrarsızlık, Irak’taki özerk yapılar ve Ermenistan’la sınır gerilimleri– bu çıkmazı daha da derinleştirir. İkiz Yasalar, dış aktörlerin Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmesini kolaylaştırabilir; zira bu sözleşmeler, uluslararası mahkemelerde veya BM platformlarında Türkiye aleyhine kullanılabilir.

Dahası, self-determinasyon hakkı, Anayasa’nın 14. maddesindeki “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması” yasağını da tehdit eder. Bu madde, hakların devletin bölünmez bütünlüğüne zarar verecek şekilde kullanılmasını yasaklar. Ancak İkiz Yasalar, uluslararası hukuk bağlamında bu yasağı etkisiz kılabilir. Örneğin, bir grup, “kendi kaderini tayin” talebini insan hakları söylemiyle uluslararası bir mahkemeye taşıyabilir ve Türkiye’nin Anayasal düzenini sorgulatabilir. Bu, Anayasa Mahkemesi’ni bile zor durumda bırakır; çünkü Anayasa’nın 90. maddesi, uluslararası anlaşmaların kanunlar üzerinde üstünlük taşıdığını belirtir. Bu durum, millî egemenliği doğrudan bir çıkmaza sürükler. Burada imza atan hak sahiplerinin meşruluğunu da Türk halkı sorgulayacaktır.

Diğer Zararlar

Zararlar sadece territorial/bölgesel bütünlükle sınırlı değil. Anayasa’nın 90. maddesi, uluslararası anlaşmaların kanun gücünde olduğunu belirtse de, temel haklara ilişkin olanlarda anlaşma hükümlerinin esas alınacağını söyler. Bu, İkiz Yasaların iç yasalarımız üzerinde üstünlük kazanması anlamına gelir ve millî hukukumuzu erozyona uğratır. Örneğin, MSHS’nin ifade özgürlüğü hükümleri (Madde 19), terör propagandası sınırlarını genişletebilir ve Anayasa’nın 14. maddesindeki “Hakların kötüye kullanımı” yasağını aşındırabilir. Benzer şekilde, ESKHS’nin kültürel haklar vurgusu (Madde 15), azınlık dillerinin eğitimde kullanımını teşvik ederek, Anayasa’nın 42. maddesindeki “Türkçenin eğitim dili olması” ilkesini zayıflatabilir. Bu çatışmalar, yargı kararlarında kaosa yol açar: Anayasa Mahkemesi, uluslararası normları esas almak zorunda kalırken, devletin temel niteliklerini korumak arasında sıkışır.

Birlemiş Miletlerin Türkiye üzerinde ki planına dayalı Sevr anlayışı

Birleşmiş Milletler’in Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHS) ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (ESKHS), yani “İkiz Yasalar”, 1966’da BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve çok sayıda ülke tarafından imzalanarak onaylanmıştır. 2003 itibarıyla, MSHS’ye 148 ülke, ESKHS’ye ise 145 ülke taraf olmuştur. Daha güncel verilere göre, 2012 itibarıyla MSHS’ye 167 devlet taraf olmuş, ESKHS için de benzer bir sayı (yaklaşık 160 ülke) rapor edilmiştir. İkiz Yasalar BM üyesi ülkelerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş, özellikle Avrupa Konseyi üyeleri ve Batı ülkeleri dahil, geniş bir uluslararası destek görmüştür. Türkiye, her iki sözleşmeyi 15 Ağustos 2000’de imzalamış ve 2003’te onaylamıştır.

Siyasi açıdan bakıldığında, İkiz Yasalar dış baskıların bir ürünüdür. AB uyum süreci bahanesiyle kabul edilmiş olsalar da, Türkiye’nin jeopolitik konumunda –Suriye krizi, Kıbrıs meselesi gibi– bu hükümler Batı’nın müdahale aracı olabilir. İnsan hakları dernekleri bunları “ilerleme” olarak sunsa da, gerçekte millî egemenliği aşındırır ve ayrılıkçı hareketlere zemin hazırlar. Tarihsel örnekler ortada: Yugoslavya’nın parçalanmasında benzer self-determinasyon argümanları kullanılmıştır. Türkiye için de benzer bir senaryo, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini (Madde 4) hiçe saymak olur.

ÖZETLE;

İkiz Yasalar, iyi niyetli bir insan hakları çerçevesi olmaktan öte, Anayasa’nın kırmızı çizgilerini aşan bir tehdit unsurudur. Özellikle self-determinasyon çıkmazı, Türkiye’nin üniter yapısını ve egemenliğini doğrudan hedef alır. Bu yasalar, uluslararası hukuk kisvesi altında millî birliği zedeleme potansiyeline sahiptir ve dış aktörlerin müdahalesine kapı aralar. Siyasi irade, bu yasaları revize etmek veya çekinceleri güçlendirmek için harekete geçmelidir. Aksi takdirde, “haklar” adı altında devletin temelleri sarsılır ve gelecek nesiller bölünmüş bir vatan mirası alır. Türkiye, kendi Anayasası’nı uluslararası modaların üstünde tutmalıdır –bu, bağımsızlık mücadelesinin bir gereğidir.

Türkiye Anayasası Açısından İkiz Yasaların Tehlikeli Boyutları ve Self-Determinasyon Çıkmazı
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin