Yunan’a Yunan, Kürt’e Kürt diyebilirsin. Ama bir Türk, “Ben Türküm” dediği anda ırkçı, faşist, hatta “potansiyel tehdit” damgasını yer. (Size tanıdık geldi mi? Bu Yunan aklı Türkiye Cumhuriyeti’nin TBMM meclisinde de seslendiriliyor. Benzerlik sebebi ile Yunan vekillerinin TBMM de olduğunu düşünmemek içten değil.) Kimden? Hem içeriden hem dışarıdan. Bu çifte standart öyle derin bir çürümüşlüğe işaret ediyor ki, artık sadece tarihî değil, stratejik bir uyanış zorunlu hale geldi.
Bugün Kıbrıs’ta yaşadığımız budur.
Kıbrıs’ı Yunanlılardan almadık biz; Türkler, adayı 1571’de Venediklilerden aldı. Venedikliler ise bu adayı, Memlükler döneminde Mısır’ı yöneten Türklerinden gasp etmişti. O meşhur “Helen masalı” var ya, yalanın tarihçesidir o. Yunanlılar Kıbrıs’a ticaret yapmak için gelmiştir, hiçbir dönem bu adada bir Yunan devleti kurulmamıştır. Aksine, Rum Ortodoks halkın önemli bir kısmı Türkler adaya geldiğinde zulümden kurtulduk diye şükretmiştir. Ve TANRI TÜRKÜ KORUSUN SÖZÜ tesadüf değildir. Bu sözü tarih kendi kendine halkların idrak ve iradesiyle yazmıştır.
Ama bugün öyle bir noktadayız ki, Kıbrıs Türklerinin kurduğu bir devlet (KKTC), sadece Rumların değil, artık İsrail’in de “ulusal güvenlik tehdidi” olarak lanse ediliyor. Evet yanlış duymadınız. İsrail basınına yansıyan son analizlerde, Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı için “acil müdahale planı” hazırlanması gerektiği yazıyor. Adeta NATO’nun doğu kanadında, yeni bir cephe daha açma provası bu.
İsrail basını açık açık Türkiye’yi hedef alıyor ama garip olan şu: Biz ne yapıyoruz?…
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar haklı olarak “Bu tehditkâr dili kabul etmiyoruz” diyerek çıkış yaptı.
Peki ya Türkiye?
Dışişleri Bakanlığı’ndan, Cumhurbaşkanlığı’ndan, Genelkurmay’dan bir açıklama var mı?
Hâlâ “stratejik sabır” mı oynuyoruz?
Bu sadece bir diplomasi meselesi değil, varoluş meselesidir.
Kıbrıs bugün sadece Doğu Akdeniz’deki enerji rekabetinin değil, Türk kimliğinin ve egemenliğinin gelecekte nerede duracağının da provasıdır. Eğer burada geri adım atarsak, yarın Trakya’da, Ege’de, hatta Anadolu’nun doğusunda da meşruiyetimizi sorgulatırlar.
Unutmayın, terör devleti İsrail hiçbir zaman boş konuşmaz. “Ulusal güvenliğimizi tehdit ediyor” demesi, sadece söz değil; bir konseptin işaret fişeğidir. ABD’nin Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırmasından sonra, şimdi bu planın bir parçası da İsrail oldu. Adanın güneyi tam anlamıyla Batı’nın ileri karakolu hâline getiriliyor. Peki Türkiye ne yapıyor?
Hâlâ “diplomatik nezaket” peşindeyiz. Hâlâ müzakere masası düşleri kuranlar var. O masa, artık yok!
Artık Konuşma Değil, Üs Kurma Zamanı!
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliği sadece diplomasiyle korunmaz. Türkiye, Kıbrıs’ta artık “geçici konuşlanma” değil, kalıcı ve çok yönlü askerî varlık inşa etmelidir. Bu da şunları zorunlu kılar:
- KKTC topraklarında tam donanımlı kara, hava ve deniz üssü acilen kurulmalıdır.
- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki savunma refleksi fiilî caydırıcılığa dönüştürülmelidir.
- KKTC, sadece diplomatik olarak değil, fiziki anlamda da Türk ordusunun ileri karakolu haline gelmelidir.
Bu üslerin varlığı, sadece Yunanistan’a değil, ABD ve İsrail’in bölgedeki tek taraflı müdahale planlarına karşı caydırıcı güç olacaktır. Bu bir tercih değil, bir beka zorunluluğudur.
Ve Gerçek bir öneri ile sözlerimi sonlandırmak isterim; Kıbrıs meselesi artık “barış süreci” değil, uluslararası bir hesaplaşma sahasıdır.
Soru şu: Kıbrıs’ta kendi kimliğini savunan Türk, suçlu mu olacak?
Bu soruya artık susarak değil, diplomasiyle, orduyla, iradeyle, üslerle cevap vermek zorundayız. Geçmişte olduğu gibi ve bu sefer yarım bırakmamak gerekli. Ne olursa olsun.
https://www.kibrisgercek.com/cumhurbaskani-tatar-milli-degerlere-sahip-cikarak-yola-devam-edecegiz
Yorumlar kapalı.