Artık her şey tersine dönmüş durumda.
Sokakta huzur yok, mecliste vakar yok, devlette ciddiyet yok.
Gazi Meclis’in çatısı altında, eli kanlı terörist için slogan atanlar var.
Milletin meclisinde “bebek katiline özgürlük” diye bağıranlar, milletin yüzüne baka baka ihanet ediyor.
Daha acısı, bu manzara artık kimseyi şaşırtmıyor.
Sözde temsilcilerin çoğu, artık milleti değil kimliğini temsil ediyor.
Kurmanç, Zaza, Sorani fark etmiyor; mesele etnik kimlik üzerinden siyaset yürütmek.
Türk milletinin sabrını sınayan bu tablo, sadece bir siyaset sorunu değil, bir beka sorunudur.
Bir yanda bölücülük, öte yanda CIA laboratuvarından çıkmış “İslamcı” yapıların ahlak maskesi…
Dini değerleri kullanarak insanları susturuyorlar.
Milletin imanını değil, iradesini hedef alıyorlar.
Devleti yıkmak isteyenlerin yöntemi değişti ama hedef aynı: Türk milletinin direnç damarlarını kurutmak.
Ekonomik kriz artık bir istatistik değil, bir yaşam biçimi.
Markette bir litre süt, bir asgari ücretlinin vicdanını yakıyor.
Genç evlenemiyor, çocuk yapamıyor, çünkü geleceğe dair umut kalmamış.
Bu milletin çocukları artık ülkesinde değil, kendi kaderinde gurbetçi.
Sokakta huzur yok.
Trafikte, markette, hastanede; herkes bir öfke bombası.
Kimse kimseye tahammül etmiyor.
Birbirini sevmeyen, güvenmeyen, geleceğine inanmayan bir toplum haline geldik.
Peki bu karanlık tünelin ucu nerede?
Bir millet, kendi kaderine el koymadıkça kurtuluş gelmez.
Artık kimse “sabır” diyemez, çünkü sabır artık ihanetin bahanesi olmuştur.
Bugün çocuklarımızın yüzüne utanmadan bakabilmek istiyorsak,
artık konuşmaktan öteye geçmeliyiz.
Bu milletin kaderini yeniden yazmak için önce uyanmak, sonra birleşmek zorundayız.
Aksi halde, ne devlet kalır, ne millet.
Yorumlar kapalı.