Tarihin derinliklerinden bugüne uzanan Türk devlet geleneği, farklı coğrafyalarda, farklı çağlarda, farklı şartlar altında ortaya çıkmış olsa da özünde aynı fikrî omurgayı taşımıştır. Bu omurganın en belirgin unsuru, toplumu ayakta tutan siyasi ve sosyal düzeni sağlamak, adaleti tesis etmek, istikrarı korumak ve milletin geleceğini güvence altına almaktır. Asya bozkırlarında kurulan ilk Türk kağanlıklarından Anadolu’daki Selçuklu siyasetine, oradan Osmanlı’nın imparatorluk vizyonuna kadar izlenen yol, görünüşte çeşitlilik gösterse de temel mefkûre hep aynı kalmıştır: Devleti güçlü, milleti diri, düzeni sahih tutmak. Bu gaye, yalnızca bir siyaset anlayışı değil, aynı zamanda bir dünya tasavvurudur. Türkler için devlet sadece yönetim demek değildir; varoluşun çerçevesi, toplumun omurgası, düzenin teminatı ve geleceğin güvencesidir.
Tarihi Türk devletlerinin tamamında görülen bir diğer dikkat çekici yön ise, devlet aklının uzun vadeli düşünmesi ve değişen dünya şartlarına uyum sağlama becerisidir. Göktürkler döneminin töre vurgusu, Karahanlıların İslâm’la yoğrulan siyaset anlayışı, Selçukluların bilim ve hukuku merkeze alan devlet teşkilatı veya Osmanlı’nın çok uluslu yapıyı idare eden esnek düzeni, aslında aynı stratejik ilkenin farklı zamanlardaki yansımalarıdır: Her çağın şartlarına uygun bir güç, düzen ve adalet modeli üretmek. Bu yönüyle Türk devlet geleneği, durağan bir yapı değil; zamanın ruhunu kavrayan, gerektiğinde kendini revize eden ve böylece uzun ömürlü olmayı başaran dinamik bir medeniyet birikimidir. Ancak bu birikimin en çarpıcı ortak noktası, devlet otoritesini adalet üzerine inşa etme idealidir. Kağanların “millet için gece uyumayıp gündüz oturmaması”, Selçuklu sultanlarının “adaletname” geleneği, Osmanlı’nın “kul hakkı” hassasiyeti, hepsi aynı mirasın farklı kelimelerle ifade edilmiş hâlidir.
Bugün Türk milleti, hem bu tarihî birikimin mirasçısı hem de geleceğin kurucusudur. Fakat modern dünyanın şartları, eski çağlardan çok daha hızlı değişmekte ve çok daha karmaşık sınamalar üretmektedir. Teknolojik dönüşüm, yapay zekâ ekonomileri, uluslararası güç dengelerinin kayması, yeni güvenlik mimarileri, küresel iklim krizi, kültürel etkileşimin hızlanması gibi başlıklar, devletlerin ayakta kalma yöntemlerini radikal biçimde dönüştürmektedir. Bu nedenle Türk milletinin gelecekte atması gereken adımlar, yalnızca geçmişin tecrübelerini tekrar etmek değil, o tecrübeleri günümüzün karmaşık dünyasında yeniden yorumlayabilmektir. Türk devletlerinin tarih boyunca kazandırdığı en önemli güç, zamanın gereklerine göre yeni nizam kurabilme yeteneğiydi; bugün de ihtiyaç duyulan budur.
Geleceğe dair en kritik noktalardan biri, eğitim ve bilimin yeniden merkezî bir konuma alınmasıdır. Tarihte büyük Türk sıçramalarının çoğu, aynı zamanda düşünce ve bilim atılımlarıyla beraber gelmiştir. Karahanlı döneminin medreseleşmesi, Selçukluların Nizamiye geleneği, Osmanlı’nın klasik dönem ilmiye teşkilatı, hep yükseliş dönemlerinin harcı olmuştur. Bugün ise küresel rekabet, bilimi sadece akademik bir alan olmaktan çıkarıp ekonomik, askerî ve kültürel bir güç aracına dönüştürmüştür. Türk milletinin gelecekte güçlü ve etkili olabilmesi, nitelikli insan kaynağına, yüksek teknoloji üretimine ve bilimsel verimliliğe bağlıdır. Bir başka deyişle, çağımızın “kut”u bilgidir; kim bilgiye hâkimse güce de hâkim olacaktır.
Türk milletinin geleceğinde üzerinde durulması gereken bir diğer önemli başlık, toplumun ortak ideal etrafında birleşebilmesidir. Tarihi Türk devletlerinde töre, din, adalet veya devlet felsefesi gibi kavramlar toplumun çimentosu olmuştu. Günümüzde ise ulusal birlik yalnızca kültürel kimlik üzerinden değil, ortak hedefler üzerinden kurulmalıdır. Ekonomik güçlenme, bilimsel atılım, bölgesel istikrar, kültürel yenilenme, çevresel sürdürülebilirlik gibi evrensel hedefler, toplumun her kesimini aynı istikamete yöneltebilecek çağdaş ortak paydalardır. Milleti bir arada tutan şey, geçmişi yalnızca hatırlamak değil, geleceği birlikte inşa etme iradesidir.
Uluslararası alanda ise Türkiye’nin ve geniş anlamıyla Türk dünyasının karşı karşıya olduğu fırsatlar ve riskler aynı anda büyümektedir. Orta Asya’da güç dengeleri yeniden şekillenmekte, enerji ve ticaret yolları önem kazanmaktadır. Türk devletlerinin iş birliği zeminleri genişlerken, ortak dil, kültür ve tarih bağları yeni bir entegrasyon potansiyeli yaratmaktadır. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşebilmesi için kurumsal iş birliklerinin derinleştirilmesi, ekonomik ve teknolojik ortak projelerin artırılması ve bölgesel istikrarın korunması gerekmektedir. Tarihteki Türk devletlerinin ortak gayesi sadece kendi varlıklarını sürdürmek değil, aynı zamanda bulundukları coğrafyalara düzen getirmekti. Bugün de Türk dünyasının geleceği, bu düzen kurma kabiliyetinin modern bir versiyonunu geliştirebilmesine bağlıdır.
Tarihteki Türk devletlerinin ortak gayesi, güçlü bir düzen, adil bir yönetim ve milletin geleceğini güvence altına alma hedefiydi. Bugünün Türk milleti ise bu tarihî mirası çağın gereklerine uygun biçimde yeniden yorumlamak zorundadır. Bilimde, teknolojide, eğitimde, ekonomide, kültürde ve uluslararası ilişkilerde uzun vadeli düşünmek; toplumsal birlik, adalet ve ortak hedefler etrafında kenetlenmek; çevresel ve küresel sorunlara karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek; bunların tamamı geleceğin inşasında kilit önemdedir. Türk milleti, geçmişte olduğu gibi bugün de büyük hedeflere yürüyebilecek kapasiteye sahiptir. Yeter ki tarihinin özündeki iradeyi hatırlasın, günü iyi okuyabilsin ve geleceği cesaretle kuracak kararlılığı gösterebilsin.












Yorumlar kapalı.