Türkiye’nin son yüzyılına duygusal yürütülen siyaset damgasını vurmuştur. Monarşiden günümüze Türk siyasal yaşamını kuşatan sağ ve sol iki ana siyasi kanat, duygusal siyaset-hayal kırıklığı ve otoriterleşme denkleminden ne kendilerini ne de Türk ulusunu kurtaramamıştır. Siyasi yelpazenin her iki kanadı da aslında aynı tarz siyaset yapmaktadırlar. Her defasında aynı şeyi yaşamamanın tek yolu, kişi/lider/dava odaklı siyasetten “hukuk devletine” dönüşmektir.
Hukuk devleti: tüm ideolojilerin, kişilerin, inançların üstünde yer alan, herkes için bağlayıcı rasyonel bir adalet anlayışını ve kurumsallaşmayı içermektedir. Bunu başaramadığımız sürece patinaj çekmekten kurtulamayız. Ayrıca, hukuk devleti talebi Türk siyasal yaşamındaki modernleşme serüveni gibi yukarıdan aşağı olmaz, aşağıdan yukarı gerçekleşir.
Her zamanın bir hükmü vardır. Artık insanlık yaşam tarzı, talepler ve ihtiyaçlar noktasında tek bir ulus gibi normatif bir yapıya doğru daha hızlı biçimde evrilmektedir. Bunu görmeli ve tarihin doğru yerinde durmak için “kasabalı siyaset” anlayışı geride bırakmalıdır. Esasen Türk ulusunun büyük bir kesimi “kasabalı siyaset” anlayışına oldukça tepkili olmakla birlikte, siyasiler eski alışkanlıklarından kendini kurtaramadığından talep ve arz arasındaki büyük uyumsuzluk sandığa her defasında arayış, kararsızlık ve tatminsizlik biçiminde yansımaktadır.
İç siyasetteki bu dalgalanma dış politikada da kendini gösteriyor. Osmanlının son döneminde İslamcılık-Osmanlıcılık-Türkçülük şeklinde tecrübe edilen siyasi dalgalanma, özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Suriye, Mısır, Filistin, Libya ve Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile olan yakın çevre siyasetimizi de etkilemiştir. Reel ve rasyonel politikaya uygun olmayan bu siyasi perspektif, hem ülke/ulus maddi/insan kaynaklarımızın israfına neden olmaktadır.
Her defasında büyük ülküler/söylemler ile yola çıkılıp, günün sonunda hayal kırıklığı ile son bulan bir melankoli; Türk devletlerinin Güney Kıbrıs Rum yönetimini tanımalarını doğurmuştur. Yanı sıra Ensar/Muhacir, ümmet bilinci gibi belirli siyasi oy kitlesinin ruh dünyasını şekillendiren söylemler, hem göç/göçmen politikaları ile ülkeye hem de dış politikada maddi ve manevi ağır bedeller getirmektedir. Henüz maddi olarak rakamı belirlenmeyen bu politikanın gerçek etkilerini önümüzdeki beş ile on yıl içerisinde temiz içme suyuna muhtaç olan toplumların ülkemize göç etmesi ile daha çok yaşama olasılığımız yüksek.
Filistin siyasetimizin bir sonuca ulaşmaması aslında Filistinlilere değil Filistinlilerin sadece belli bir kısmını temsil eden Hamas’a verdiğimiz destek nedeniyledir. Bugün Hamas’a Filistin’de bile tepki varken, basın-medya seçici davranarak bize hikâyenin sadece belli bir kısmını anlatmaktadır. Aynı şekilde Mısırda İhvan’ı kucakladık fakat İhvan’ın tüm Mısırı temsil etmediğini göz ardı ettik. Orta Asya Türk devletleri ile aynı etnik kökenden geliyor olabiliriz ancak aynı koşullarda yaşamadığımız gibi aynı yeraltı ve yerüstü zenginliklere de sahip değiliz. Stratejik Derinlik çerçevesinde Suriye ile ilgili planlar vardı ancak gözümüzün gördüğü ile elimizin ulaşabildiği aynı şey değildi. Dolayısıyla Türkiye’nin dış politikada Suriye’de ektiği rüzgârdı ve henüz Türkiye ekilen rüzgârın yaratacağı fırtınayı görmedi.
İç Siyasette Duygusallık ve Hukuk Devleti İhtiyacı
Duygusallık ve Otoriterleşme Denklemi: Türk siyasal yaşamı, Monarşi sonrası dönemden beri duygusal siyaset – hayal kırıklığı – otoriterleşme sarmalından kurtulamamıştır. Hem sağ hem de sol ana akım, kişi/lider/dava odaklı siyaset tarzını sürdürmektedir.
Hukuk Devleti Çözümü: Bu döngüden kurtulmanın tek yolu, hukuku olan bir devletten farklı olarak, ideolojilerin, kişilerin ve inançların üstünde rasyonel ve bağlayıcı bir Hukuk Devleti anlayışına geçmektir. Bu talep, aşağıdan yukarıya bir toplumsal bilinçlenme ile gelmelidir.
Talep-Arz Uyumsuzluğu: Toplumun küresel normlara doğru evrilmesine rağmen, siyasetçilerin kasabalı siyaset alışkanlıklarından kurtulamaması, sandığa arayış, kararsızlık ve tatminsizlik olarak yansımaktadır.
Dış Politikada Duygusalcılığın Maliyeti
Tarihsel Tekerrür: Osmanlı’nın son dönemindeki duygusal dalgalanmaların, günümüzde Suriye, Mısır, Filistin, Libya ve Orta Asya politikalarında da tekrarlanmaktadır.
Reel Politika Eksikliği: Reel politikaya uygun olmayan bu perspektif, hem maddi kaynakların hem de hissiyatın israfına yol açmaktadır.
Kendini Tahkim Etme Zorunluluğu
Önce Evin İçi: Diğer devletlere faydalı olabilmek için öncelikle evin içini düzeltmek, yani kendini her konuda tahkim etmek esastır (Uçaktaki oksijen maskesi benzetmesi).
Seçici Destek Eleştirisi: Dış politikadaki başarısızlıklar, bölgesel aktörlerin tüm halkı temsil etmediğini göz ardı eden seçici destekten kaynaklanmaktadır.
Nihai Sonuç: Hayallerin ve planların ötesinde, gözün gördüğü ile elin ulaşabildiği arasındaki farkın kabul edilmesi gerekir. Bu nedenle, öncelik Türkiye’nin sınırları ve iç meseleleri olmalıdır.
Hukuk Devleti, Türk siyasal hayatındaki duygusal siyasetin ürettiği döngüden (hayal kırıklığı ve otoriterleşme) çıkışın tek yoludur. Bu iki kavramın karşıtlığı, siyasetin rasyonel temeli ile duygusal temeli arasındaki temel ayrımı gösterir.
Hukuk Devleti: Rasyonel Bir Çerçeve
Hukuk Devleti kavramı, basitçe sadece “yasaların olduğu bir devlet” anlamına gelmez. Bir ülkede kanunlar olabilir ancak bunlar kişiye ya da ideolojiye hizmet ediyorsa, o devlet hukuk devleti değildir. Hukuk Devletinin Özünde Hukuk’un Güvenliği vardır. Bireylerin devlet karşısında haklarının güvence altında olması ve idarenin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine açık olması temel esastır.
Bağımsız Yargı: Yargı organlarının yürütme ve yasamadan bağımsız, tarafsız ve sadece hukuka bağlı olmasını ifade etmektedir.
Rasyonellik ve Öngörülebilirlik: Kararların, kişisel inançlara, duygusal tepkilere veya dönemsel siyasi çıkarlara göre günü kurtarmak adına değil, önceden belirlenmiş, nesnel ve adil kurallara göre verilmesidir. Dolayısıyla hukuk devleti tüm ideolojilerin, kişilerin, inançların üstünde yer alan rasyonel adalet anlayışını ifade eder.
Duygusal Siyaset: Rasyonel Sınırların Reddi
Duygusal siyaset, bu rasyonel çerçeveyi reddeder veya zayıflatır. Duygusallık, siyasetin amacını değil, yöntemini belirler. Bu durumun Türkiye’ye özgü üç sonucu aşağıdaki gibidir.
Lider/Dava Odaklılık: Siyaset, bir sistemin (Hukuk Devleti) işleyişi olmaktan çıkar, bir kişinin ya da kutsal görülen bir davanın başarısına indirgenir. Bu, şahsi sadakati (sadakati satın alma) hukuki sorumluluğun önüne koyar.
Hayal Kırıklığı Döngüsü: Duygusal hedefler ile reel politika arasındaki uçurum, kaçınılmaz olarak hayal kırıklığına yol açar. Bu durum maddi kayıplara yol açar.
Otoriterleşme: Duygusallık, rasyonel eleştirinin yerini duygusal tepkilerle alınan kitlesel desteğe bırakır. Lider, eleştiriyi duygusal bir bağa ihanet olarak algılayabilir; bu da siyasi hayatı “otoriterleşme” denklemine sürükler.
Panzehir Olarak Hukuk Devleti
Duygusal siyaset, toplumu sürekli olarak arayış, kararsızlık ve tatminsizlik içinde bırakırken; Hukuk Devleti, bu duygusal dalgalanmaların üstünde duran, istikrar ve hesap verebilirliği sağlayan tek rasyonel zemindir.
Bu dönüşümün “yukarıdan aşağı” dayatılan bir modernleşme macerası gibi değil, “aşağıdan yukarı” (toplumsal talep) gerçekleşmesi gerekir, çünkü sorun sadece siyasi bir reform değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç değişimidir.
Başka bir ifade ile Hukuk Devleti; duygularımızı ruh dünyamızda tutarak, uluslararası ilişkilerde ve iç yönetimde gözümüzü kör etmeyecek olan rasyonel gözlüklerimizdir. Duygusal siyasetin dış politikada reel politikadan koparak nasıl maddi kayıplara ve siyasi başarısızlığa yol açtığını gösteren somut ve çarpıcı örnekler karşımızdadır. Duygusal bağların faydacı karar alma süreçlerinin önüne geçmesinin sonuçlarını net bir şekilde ortaya koyar.
Dış Politikada “Seçici Destek” ve Sonuçları
Türkiye’de karar alıcılar, dış politikada ilgi alanı ile etki alanı içerisinde kalan ülke politikalarını çoğu zaman karıştırmaktadır. Özellikle Türkiye’nin Filistin ve Mısır gibi yakın çevre siyasetinde attığı adımları, duygusal bağlılık temelinde yürüttüğü ve bu durumun başarı yerine hayal kırıklığı getirdiğine tanıklık etmekteyiz
Bütün Halkı Temsil Etmeme Sorunu
Türkiye, duygusal ya da ideolojik yakınlık hissettiği için, bölgedeki aktörlerin sadece bir kısmını desteklemiş ve bu kısmın bütün halkı temsil etmediği gerçeğini göz ardı etmiştir.
Duygusallığın Yarattığı Körü Körüne Bakış
Dış politikada duygusal bakış açısı iki önemli körlüğe yol açar:
A. Hikâyenin Sadece Belli Bir Kısmını Gösterme/görme
Basın-Medya seçici davranarak topluma, hikâyenin sadece belli bir kısmını anlatır; geri kalanı magazinden ibarettir. Buradaki amaç kamuoyunun sadece duygusal bağı güçlendirecek veya var olan duygusal bağları daha da pekiştirecek bilgileri öne sürerek, karar alıcıların politikalarının desteklenmesi üzerine kurgulanmasıdır. Örneğin Hamas’a Filistin içinde bile tepki varken, Türkiye’deki duygusal siyaset, bu tepkileri görmezden gelerek minimize etmiştir. Dolayısıyla duygusal bağ, eleştirel analizin önüne geçmiştir.
B. Reel Şartları ve Koşulları Göz Ardı Etme
Duygusal siyaset, aktörler arasındaki koşul farklılıklarını hiçe sayar. Örneğin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile aynı etnik kökenden gelinse bile, “aynı koşullarda yaşanmıyor, aynı yeraltı yerüstü kaynaklara sahip değiliz”. Bu ülkelerin kendi iç ve dış politika dengeleri, Türkiye ile aynı duygusal derinlikte olmayabilir (Örn: GKRY’yi tanıma). Reel politikada, bu devletler kendi güvenliklerini ve ekonomik çıkarlarını öncelikler. Türkiye’nin duygusal tepkisi ise bu faydacı gerçeği değiştiremez.
Panzehir: Pragmatizm ve Evin İçini Düzeltme
Bu duygusal melankoliden kurtulmanın yolu faydacı dış politika ve iç tahkimattan geçmektedir.
Faydalı Olma Koşulu: Başkalarına gerçek anlamda faydalı olmak için önce “evimizin içini düzeltmemiz” ve kendimizi sadece belli konularda değil, her konuda tahkim etmemiz gerekir. (Oksijen Maskesi Kuralı). Güçlü ve rasyonel bir içyapı (Hukuk Devleti) olmadan, dışarıya verilen destek ancak duygusal bir jest olarak kalır.
Gözün Gördüğü ile Elin Ulaşabildiği: Hayaller ile kapasite arasındaki farkın kabul edilmesi gerekir. Suriye ile ilgili ileri sürülen hayaller, planlar olabilir ancak gözümüzün gördüğü ile elimizin ulaşabildiği aynı şey değil. Dış politikada başarı, duygusal hedeflere değil, mevcut kapasiteye uygun gerçekçi hedeflere dayanmalıdır.
Öncelik Türkiye’nin kendi sınırları: Tüm duygusal/ideolojik yayılmacı politikaların yerine, ulusal kaynakların ve enerjinin Türkiye’nin kendi sınırları içindeki sorunlara ve gelişimine odaklanması gerekmektedir. Özetle, duygusal siyasetin dışarıdaki tek bir grubu bütün bir halk zannetme yanılsamasına düşürdüğünü; bu seçici desteğin ulusal kaynakları israf ederken, Türkiye’yi bölgesel gerçeğe yabancılaştırmaktadır.
Ortadoğu’da Yeni Emperyalizm ve Türkiye’nin Duygusal Siyaseti, aslında birbirinin sebep-sonuç ilişkisi içinde olan unsurlardır. Türkiye’nin dış politikadaki duygusal hayal kırıklıklarının temel nedeni, dünyayı (özellikle Ortadoğu’yu ve Türkistan coğrafyasını) duygusal/ideolojik bağlar üzerinden okurken, küresel güçlerin bölgeyi, yeni bir Pazar, piyasa araçları ve rasyonel kontrol mekanizmaları üzerinden yönetmesidir.
Küresel Kontrol ve Duygusal Etkisizlik
Duygusallık: Yanlış Sorular Sormak
Türkiye’nin dış politikası, ensar/muhacir, ümmet bilinci veya Türklük gibi duygusal kategorilerle hareket ettiğinde, şu soruları sormaktadır:
“Kardeşlerimize (İhvan, Hamas) nasıl yardımcı olabiliriz?”
“Birlikte nasıl büyük bir ülkü gerçekleştirebiliriz?”
“Hangi aktörle aramızda duygudaşlık var?”
Bu sorular, kaynak ve hissi israfa yol açar, çünkü reel politikanın temelini oluşturan şu rasyonel soruları sormaz:”Bu aktör/ler (Hamas/İhvan), uluslararası piyasalar ve küresel finans sistemi üzerinde ne kadar etkilidir?”
“Petrol/gaz ve diğer kaynakların üretim, dolaşım ve fiyatlandırılması gibi küresel kontrol mekanizmalarına erişimimiz var mı?”
“Desteklediğimiz bu grup, bölgenin rantiyer devlet yapısını (otoriterlik ve zenginliklerin iktidar etrafında paylaşımı) değiştirecek güce sahip midir?”
Yeni Emperyalizm: Rasyonel Kontrolün Gücü
Yeni emperyalist politikalar, klasik sömürü yerine rasyonel ve yapısal kontrol mekanizmalarını kullanır.
Piyasa Araçları: Yaptırımlar (İran örneği), petrol fiyat manipülasyonu ve finansal bağımlılık (borçlandırma, Çin’in borç tuzağı).
Kritik Kontrol Alanları: Teknoloji, finans, sigorta ve askeri teçhizatın Batılı ve Çinli aktörlerin elinde tutulması.
Erişim ve Denetim: Mülkiyetin millileştirilmesine rağmen, kritik enerji koridorları üzerindeki askeri ve siyasi denetim (ABD’nin Hürmüz’deki varlığı).
Etkisizlik Denklemi: Türkiye Neden Başarısız Oluyor?
Türkiye’nin duygusal siyaseti, küresel güçlerin rasyonel kontrol mekanizmalarına karşı koyacak bir piyasa gücü veya siyasi sermayeye sahip olamaması ile bağlantılıdır.
Etkinin Sınırı
Türkiye, bölgesel bir güç olmakla birlikte küresel piyasa araçlarını kontrol edecek bir durumda olmadığından ne yaparsak yapalım bölgedeki etkimiz Türk dizilerinin ötesine geçememektedir.
Duygusal siyaset, ancak yumuşak güç (kültürel etki, dizi satışı, gönül bağı) üretebilir. Fakat siyasal düzenin kontrolünü, üretim, dolaşım ve fiyatlandırmayı etkileyemez. Küresel güçlerin, dış politikalarında duygusal bağları önemsedikleri söylenemez; çünkü onlar, sermayenin hareketini, enerji fiyatlarını ve stratejik geçiş noktalarını kontrol edebilmenin üzerine odaklanarak dış politika stratejileri sürdürmektedirler.
Türkiye, ancak Hukuk Devleti’ne geçerek, kendi evini düzelterek ve her konuda kendi rasyonel gücünü artırarak, Ortadoğu’daki bu yeni emperyalist denkleme anlamlı bir müdahalede bulunabilir. Aksi takdirde, duygusal siyaset, sadece hissiyatın israfına yol açan bir melankoli olarak kalmaya mahkûmdur.



Yorumlar kapalı.