Ömer Kalaycı
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Siyaset
  4. Bir Sistematik Tasarım Olarak Politik Terör: Kavramsal Çerçeve ve Türkiye Analizi

Bir Sistematik Tasarım Olarak Politik Terör: Kavramsal Çerçeve ve Türkiye Analizi

Bu yazı; terörün stratejik evrimini, uluslararası aktörlerin bu süreçteki hibrit rollerini ve bir ülkeyi “Lübnanlaşma” ya da “Kantonlaşma” gibi risklerle karşı karşıya bırakan asimetrik savaş yöntemlerini analiz etmektedir.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Günümüzde terör, yalnızca rastgele şiddet eylemlerinden ibaret bir asayiş sorunu değil; devletlerin varlığını, ulusların bütünlüğünü ve toplumsal sözleşmeleri hedef alan sistematik bir “politik tasarım” haline gelmiştir. Klasik terör eylemleri korku ve dehşet iklimi yaratmayı odaklarken, politik terör bu iklimi bir kaldıraç olarak kullanarak devlet aygıtını felç etmeyi, toplumsal fay hatlarını tetiklemeyi ve nihayetinde egemenlik yapısını dönüştürmeyi hedefler.

Özellikle Türkiye jeopolitiğinde “etnik bölücülük” üzerinden kurgulanan bu sistematik süreç; şiddet, siyasal legalleştirme ve psikolojik yıkım ayakları üzerinde yükselen bir ekosistem yaratmaktadır. Bu yazı; terörün stratejik evrimini, uluslararası aktörlerin bu süreçteki hibrit rollerini ve bir ülkeyi “Lübnanlaşma” ya da “Kantonlaşma” gibi risklerle karşı karşıya bırakan asimetrik savaş yöntemlerini analiz etmektedir.

Politik terörün bir “iletişim stratejisi” olarak nasıl işlediğini ve ulus devletin tasfiyesine yönelik bu küresel tasarımın kodlarını anlamak, bugünün ve yarının güvenlik projeksiyonlarını doğru okumanın ilk adımıdır.

Kavramsal olarak terör, terörizm ve politik terör kavramları çoğu zaman birbirinin yerine kullanılsa da, stratejik ve akademik açıdan aralarında önemli fark vardır. En basit haliyle; terör bir sonuca ulaşmak adına bir yöntemken, politik terör, bu yöntemin bir amaca hizmet eden sistemli halidir.

Terör, Latince terrere” (korkutmak, titretmek) kelimesinden gelir. Teknik olarak; bir toplumda dehşet, panik ve büyük bir korku iklimi yaratan şiddet eylemleri bütünüdür. Doğası gereği terör; Kontrolsüz, kaotik ve yıkıcıdır. Hedefi: Doğrudan fiziksel zarar vermek ve bu yolla kitleleri psikolojik olarak felç etmektir.

Politik Terör Nedir? Strateji ve Hedef

Politik terör, terör eylemlerinin rastgele değil, belirli bir siyasi, ideolojik veya dini amaca ulaşmak için sistemli bir strateji olarak kullanılmasıdır.
Doğası: Planlı, örgütlü ve süreklidir. Hedefi: Sadece korku salmak değil, bu korkuyu bir kaldıraç olarak kullanıp, devleti veya toplumu belirli bir karara zorlamaktır (Toprak talebi, rejim değişikliği, anayasal taviz).

Politik terör, en yalın tanımıyla, belirli bir siyasi amaca ulaşmak için şiddetin, korkunun ve baskının sistematik olarak bir araç haline getirilmesidir. Bu kavram, sadece fiziksel saldırıları değil; toplumsal algıyı yönetmek, devlet otoritesini zayıflatmak veya toplumu belirli bir yöne doğru dönüştürmek amacıyla uygulanan geniş bir istikrarsızlaştırma stratejisini de kapsamaktadır.

Türkiye bağlamında bu kavramı ve bölücü Kürtçülük (etnik bölücülük) üzerinden şu şekilde analiz edebiliriz: Politik Terör Sistematik İşler. Politik terör, yalnızca bir grup militanın eylemi değil, bir ekosistem olarak kurgulanır. Bu ekosistemin ise üç ana ayağı vardır.
İlki; Şiddet ve Güvensizlik: Toplumda “devlet bizi koruyamıyor” algısını yaratmak ve güvenlik bürokrasisini yıpratmak.
İkincisi; Siyasal Legalleştirme: Terör eylemlerinin yarattığı “sorun” üzerinden masaya oturma talebi oluşturmak. Şiddetin bittiği değil, şiddet tehdidinin bir koz olarak kullanıldığı bir siyasi alan yaratmak.
Üçüncüsü; Psikolojik Yıkım (Toplumsal Kutuplaşma): Halkın farklı kesimlerini birbirine düşman ederek, ortak bir “milli kimlik” veya “vatandaşlık bağı” yerine kabileci refleksleri tetiklemek.

Türkiye’deki Etnik Bölücülük Tasarımı Nereye Evrilir?

Etnik temelli politik terör, literatür ve tarihsel örneklerde (Lübnan, Yugoslavya, Irak gibi) genellikle şu üç aşamalı hedefe doğru evrilir:

Ara Hedef: Devletin Kurumsal Felci

Terör ve ona bağlı siyasi gerilim, devletin enerjisinin büyük kısmını içe dönük güvenlik harcamalarına ve kriz yönetimine ayırmasına neden olur. Bu durum, eğitim, sağlık ve teknoloji gibi kalkınma alanlarının ihmal edilmesiyle sonuçlanır. Sonuçta ortaya zayıf, kırılgan ve dış müdahaleye açık bir ülke çıkar.

Toplumsal Ayrışma: Lübnanlaşma

Toplumun artık bir arada yaşama iradesini kaybetmesi sürecidir. Bölücü Kürtçülük veya karşıtı üzerinden yürütülen her türlü sert kutuplaşma, mahallelerin, okulların ve hatta ticari ilişkilerin etnik kimliğe göre ayrılmasına yol açar. Bu, bir ülkenin fiilen (zihnen) bölünmesinin ilk adımıdır.

Nihai Hedef: Kantonlaşma, “Self-Determinasyon” Dayatması ve Federasyon

Sistematik yoksullaştırma ve demografik değişimle birleştiğinde; bölücü hareketler bu sistemde birlikte yaşayamıyoruz iddiasını uluslararası kamuoyuna taşır. Bu evrim genellikle şu aşamaları izler:

Demokratik Özerklik Talebi: Yerel yönetimlerin merkezi devletten koparılması.
Etnik Homojenleştirme: Belirli bölgelerde diğer etnik grupların baskıyla uzaklaştırılması.
Bağımsızlık/Konfederasyon: Dış güçlerin desteğiyle “istikrar” adına toprak bütünlüğünün bozulması.

Politik Terör Neden Daha Tehlikelidir?

Politik terör, silahlı şiddet/eylemlerden farklı olarak bir iletişim stratejisidir. Silahlı terör eylemleri gerçekleştirirler (kurban), psikolojik travmalar oluşturur (toplum), kuruluş amaçları doğrultusunda taleplerde bulunur (devlet/otorite).

Bu döngüde şiddet, örgütler için bir mesaj iletme aracıdır. Eğer bir ülkede terör, politik terör aşamasına geçmişse, bu durum artık sadece bir güvenlik sorunu olmaktan çıkmış; ulusun bütünlüğüne, devletin varlığına, egemenliğine ve toplumsal sözleşmesine (kurucu anayasa) yönelik doğrudan bir tasarım ve saldırı anlamına gelmiştir. Sistematik tasarım ise tam olarak politik terörün, devleti ve toplumu dönüştürme gücünü temsil eder.

Tasarımın Bütünlüğü ve Evrilmesi

Politik terör, yoksullaştırma ve demografik değişim ile doğrudan bağlantılıdır. Yoksulluk, terör örgütlerine insan kaynağı devşirmek için en verimli tarla olarak da bilinir. Demografik değişim, yerleşik toplumsal direnci kırar ve yeni, kontrol edilebilir fay hatları oluşturur. Bu noktada gizli servisler, aparat olarak kullandıkları maşaları devreye sokarlar ve ülke bir iç savaşa sürüklenir.

Türkiye’deki bu sürecin evrileceği yer, eğer toplumsal mutabakat ve devlet tarafından engellenmezse, “Ulus Devletin Tasfiyesi” ve sonrasında bölgenin daha küçük, yönetilebilir ve birbirine düşman mikro birimlere bölünmesi olasılığını güçlendirir. Bu, Ortadoğu’nun genelinde uygulanan ve İsrail’in de işine yarayan büyük parçaları küçültme doktrininin bir parçası olarak ulus devletlerin zayıflatılması/parçalanması olarak değerlendirilir.

Elbette uluslararası aktörlerin bu süreçteki rolleri yadsınamaz bir gerçektir. Genellikle kendi ulusal çıkarları, bölgesel stratejileri ve Türkiye’nin jeopolitik konumu ile şekillendiği görülmektedir. Sistematik tasarım, dış aktörlerin perspektifinden bazen doğrudan bir müdahale, bazen de ortaya çıkan krizlerin kendi lehlerine kaldıraç görevini üstlenir. Aktör temelli analiz şu şekildedir:

ABD: İçten İçe Kemirgen Bir Düzen Kurucu

ABD’nin stratejisi genellikle Türkiye’yi belirli bir “hizada” tutma ve bölgesel projelerine uyumlu hale getirme üzerine kuruludur.

Etnik Bölücülük: ABD’nin, PKK/KCK terör örgütünün Suriye kolu PYD/YPG oluşumuna verdiği açık askeri ve siyasi destek, Türkiye tarafından beka sorunu olarak görülmektedir. ABD için bu yapı, bölgedeki radikal unsurlara karşı bir “kara gücü” ve İran/Rusya etkisine karşı bir tampon bölgedir.

Ekonomik Baskı: Rahip Brunson krizi veya CAATSA yaptırımları, ekonomik kırılganlığın siyasi bir silah olarak nasıl kullanılabileceğinin somut örnekleridir. 2025 projeksiyonlarında, ABD’nin Türkiye’ye karşı işlemsel (transactional) bir yaklaşım sergileyerek, tavizler karşılığında ekonomik rahatlama teklif etmesi “meşruiyet” krizi sonrasında 2026’da beklendiği ifade edilmektedir.

Avrupa Birliği (AB): Kendi geçmiş günahlarını, karanlık tarihini ve çöküşünü perdelemek amacıyla başka ülke ve ulusların ölümüne yatırım yapan Akbabalar Birliği

AB’nin önceliği Türkiye’nin istikrarından ziyade, kendi güvenliğini (özellikle göç konusunda) Türkiye üzerinden garantiye almaktır.
Demografik Değişim ve Sığınmacılar: AB, Geri Kabul Anlaşması ve mali yardımlar aracılığıyla Türkiye’yi bir göçmen deposu haline getirmiştir. Bu, AB için sınır güvenliği anlamına gelirken; Türkiye için demografik riskleri ve güvenlik/sosyal/ekonomik maliyetleri doğurmaktadır.
Demokrasi ve İnsan Hakları Söylemi: AB bu kavramları genellikle Türkiye üzerinde bir denetim mekanizması olarak kullanır; ancak stratejik çıkarlar (enerji yolları, göç) söz konusu olduğunda sistematik sorunlara karşı sessiz kalmayı tercih eder.

Çin Halk Cumhuriyeti: Teknolojik Sömürgeciliğin Sessiz ve Derin Avcısı
Rusya Federasyonu: Dost Görünümlü Hançer Taşıyan Soğuk Akıllı Ayı

Rusya’nın stratejisi, Türkiye’yi Batı (NATO) ittifakından koparmak veya bu ittifak içinde bir çatlak olarak tutmaktır. Jeopolitik Koz Olarak Kürt Meselesi (Kürtçülük): Rusya, PKK/PYD/YPG’yi resmi olarak terör örgütü ilan etmez. PYD’nin Moskova’daki bürosu aktif olarak çalışmaktadır. Boğazlar meselesi veya enerji konularında Türkiye ile ters düştüğünde, bu yapıyı bir koz olarak masada tutmaktadır.
Ekonomik Bağımlılık: Enerji (Akkuyu, Doğalgaz) ve turizm üzerinden yaratılan bağımlılık, Türkiye’nin dış politika manevra alanını kısıtlayan bir “yumuşak güç” unsuru olarak kullanılır.

Eğer bu dış baskılar ve içteki sistematik sorunlar birleşmeye devam ederse, Türkiye için şu riskler ön plana çıkar: Stratejik Otonomi Kaybı: Ekonomik ve demografik krizler nedeniyle Türkiye’nin kendi bölgesinde karar verici değil, büyük güçlerin pazarlık masasında bir “konu” haline gelmesi olasılığını artırır.
Yönetilen İstikrarsızlık: Ülkenin tam olarak çökmediğini ancak asla tam olarak da güçlenemediği, sürekli birikmiş ve kronikleşmiş krizlerle boğuştuğu bir “hibrit çatışma” alanına dönüştürür.

ABD ve AB’nin politikaları, Türkiye için sadece birer “dış politika başlığı” değil, ülkenin sosyo-politik dokusunu doğrudan şekillendiren iç siyaset dinamikleridir. 2025 yılı itibarıyla bu etkiler daha da kristalize olmuştur.

Politik terör, bir devleti fiziksel olarak yok etmekten ziyade, onu işlevsiz hale getirerek yönetilemez bir kargaşaya sokmayı hedefler. Bu süreçte kullanılan taktikler, doğrudan askeri çatışmadan ziyade toplumun sinir uçlarına ve devletin meşruiyetine saldırır. İşte politik terörün bir ülkeyi yönetilemez hale getirmek için kullandığı özellikli taktikler ve asimetrik savaş yöntemleri:

Asimetrik Savaş ve “Yıpratma” Stratejisi

Asimetrik savaşta, askeri olarak daha güçsüz olan taraf (terör örgütü), devletin büyük ve hantal gücünü kendisine karşı kullanır.
Görünmezlik ve Belirsizlik: Örgüt, klasik bir ordu gibi cephe tutmaz; toplumun içine sızar. Devlet, bu görünmez düşmanla savaşırken sivil-terörist ayrımını yapamaz hale gelir. Eğer devlet sertleşirse “sivil halka baskı yapıyor” suçlamasıyla karşılanır; yumuşak davranırsa “zafiyet gösteriyor” algısı oluşur.
Maliyet Artırma: Bir terör eyleminin maliyeti (örneğin bir el yapımı patlayıcı) birkaç yüz dolarken, devletin buna karşı aldığı güvenlik önlemleri, askeri operasyonları ve istihbarat harcamaları milyarlarca dolara ulaşır. Bu, sistematik yoksullaştırmanın güvenlik ayağını oluşturur.

Yönetilebilir Kaos ve Fay Hatlarını Tetikleme

Politik terör, toplumdaki mevcut gerilim hatlarını (etnik, dini, siyasi) birer silah olarak kullanır. Kışkırtma (Provokasyon): Örgüt, özellikle karşıt görüşlü grupları veya hassas kitleleri hedef alan eylemler yaparak bir “iç çatışma” iklimi yaratmaya çalışır. Amacı, devletin “tek meşru güç” olma vasfını tartışmaya açmak ve halkın kendi güvenliğini sağlamak için illegal yapılara yönelmesini sağlamaktır.
Kurumsal Felç: Sürekli terör tehdidi altındaki bir devlette yargı, eğitim ve sağlık hizmetleri aksar. Kaynaklar kalkınmadan ziyade güvenliğe aktığı için devlet, asli görevlerini yerine getiremez hale gelir.

Asimetrik Propaganda ve Bilgi Savaşı

Politik terörün en güçlü silahı, silahtan ziyade “anlatı” (narrative) oluşturmaktır. Mağduriyet İnşası: Örgüt, kendi şiddetini “haklı bir tepki” veya “direniş” olarak pazarlar. Devletin meşru müdafaasını ise “katliam” veya “baskı” olarak gösterir.
Dezenformasyon ve Sosyal Medya: Yanlış bilgi, eski fotoğraflar veya manipüle edilmiş videolarla toplumda sürekli bir korku ve güvensizlik hali yaratılır. “Devlet bitti”, “Devlet diz çöktü”, “Her yer kuşatıldı” gibi temalar işlenerek halkın devlete olan güven bağı koparılır.

“Lübnanlaşma” Taktiği (Parçalı Yönetim)

Bu taktik, devletin kontrol edemediği “gri alanlar” veya “kurtarılmış bölgeler” yaratmayı hedefler. Paralel Otorite: Örgüt, terör yoluyla devletin kamu görevlilerini (öğretmen, doktor, kaymakam) bölgeden çekilmeye zorlar. Oluşan boşluğu kendi “mahkemeleri”, “vergi toplama sistemleri” ve “asayiş birimleri” ile doldurur.
Halkı Rehine Alma: Bölge halkı, devletten koruma göremediği noktada hayatta kalmak için örgütle iş birliği yapmak zorunda bırakılır. Bu, devletin o bölgedeki egemenliğini kâğıt üzerinde bırakır.
Özetle; politik terör bir ülkeyi, kendi kaynaklarını kendi halkına karşı harcamaya zorlayan, halkı kutuplaştıran ve devlet aygıtını “içeriden felç eden” bir virüs gibi çalışır.

Bu politikalar, Türkiye’yi kendi içine odaklanan, sürekli bir “kuşatılmışlık” hissiyle yaşayan ve bu nedenle rasyonel ekonomik/sosyal reformları gerçekleştiremeyen bir yapıya iter. Sistematik yoksullaştırma ile bu politik baskılar birleştiğinde; toplumun direnç mekanizmaları zayıflar ve ülke dış müdahalelere (ekonomik veya siyasi) daha açık hale gelir.

Sistematik Tasarıma Karşı Ulusal Mukavemet

Sonuç olarak politik terör; sadece patlayan bombalar veya silahlı çatışmalar değil, bir ulusun bir arada yaşama iradesine, devletin egemenlik haklarına ve toplumsal dokusuna yönelik asimetrik bir mühendislik çalışmasıdır. Bu sistem, Türkiye’yi yönetilen bir istikrarsızlık sarmalına hapsederek; ekonomik, demografik, siyasal ve güvenlik temelli kırılganlıklar üzerinden bir kurumsal felç hali yaratmayı amaçlamaktadır.

Dış aktörlerin jeopolitik ajandalarıyla birleşen bu sistematik tasarım, yalnızca güvenlik önlemleriyle değil; ancak güçlü bir toplumsal mutabakat, sarsılmaz bir ulus-devlet bilinci ve ekonomik bağımsızlıkla boşa çıkarılabilir. Eğer Türkiye, maruz kaldığı bu hibrit saldırı döngüsünü kıramazsa; asimetrik propagandanın yarattığı zihinsel bölünme, fiziksel bölünmenin kaçınılmaz öncülü olacaktır.

Unutulmamalıdır ki; politik terörün en büyük panzehiri, devletin meşruiyetini adaletten, gücünü ise kabileci reflekslerden değil, vatandaşlık bağıyla kenetlenmiş bir millî kimlikten almasıdır. Bu bir “asayiş” mücadelesinden öte, bir “varoluş” mücadelesidir.

Bir Sistematik Tasarım Olarak Politik Terör: Kavramsal Çerçeve ve Türkiye Analizi
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin