Toplum içinde farklı fikirlere, inançlara ve yaşam tarzlarına saygı duymak bize öğretilmiş en temel değerlerden biri olarak kabul ettiğimiz felsefeyi yaymış bir kültürün insanlarıyız.
Biz TÜRK’ler elbette ”kimse kimseyi sadece farklı olduğu için dışlamaz” algısına da yaşam boyu saygı duyduk hatta bu felsefe üzerine binlerce yıl defalarca devletler kurduk, hayatlar yaşadık, yaşattık ve kavradıklarımızı dünyaya aktarmak için elimizden geleni yaptık.
Peki ya o farklılık, bizi ve neslimizi yok etmeye niyetliyse?
Her şeye hoşgörü gösterirken ya bindiğimiz dalı kesiyorsak?
Nutuk ve Anayasamız bunun olmaması için yüksek bir akılla hazırlandı ve yeni dünya düzenine en legal halile kültürümüzün ismini altın harflerle tarihe yazdırdı.
Bu konuya bir de Batı kanadından bakalım. Yani onların anlattıkları ile yaptıkları nasıl çelişecek bir bakalım.
Filozof KARL POPER’a göre, eğer bir toplum, hoşgörüsüz fikirlere bile sınırsız hoşgörü gösteriyorsa o fikirler zamanla güçlenir ve sonunda hoşgörünün kendisini yok eder. Yani ‘‘her fikre saygı’’ anlayışı ile bazı fikirlere karşı durmazsan sonunda o fikirler herkesi susturur. Özgürlüğün düşmanına özgürlük verirsen elindeki silahı ona teslim etmiş olursun.
Hoşgörü paradoksu, ‘‘Sana katılmıyorum’’ diyenleri değil, ‘‘Senin var olma hakkını reddediyorum’’ diyenleri hedef alır. Irkçılık, cinsiyetçilik, nefret söylemleri gibi düşünceler sadece bir fikir değildir. Onlar, başkalarının özgürlüğüne, varlığına ve güvenliğine doğrudan tehdittir. Yani bir fikrin, sadece fikir olup olmadığına değil, topluma verdiği zarara göre de bakmamız gerekir.
Bu paradoks, sansürcülük çağrısı yapmaz, ancak şu ayrımı net çizer: İfade özgürlüğü, başkalarının haklarına saldırma özgürlüğü değildir. Nefret söylemi fikir değil, şiddetin ön odasıdır. Eğer bir toplum nefret söylemini ‘‘ifade özgürlüğü’’ sanıp serbest bırakırsa, o nefret bir süre sonra gerçek şiddete dönüşür.
Hoşgörü tamamen korunmanın tek yolu ise, onun sınırlarını bilmek gerekiyor. Bu sınır, bireylerin temel haklarını ve özgürlüklerini tehdit eden her yerde başlar. Bu tehdit ister sözle ister politikayla ister sosyal baskıyla gelsin…Hoşgörüsüzlüğü hoş görmek, özgürlükleri adım adım elinizden alır.
Bu mantalite de bizim elimizden alınanlar ile yasal haklarımızı sonuna kadar kullanmanın zamanı geldi de geçiyor.
Ülkemizde bu hoşgörü yani görece yanlış anlaşılan ve amaç değil de araç olarak kullanılan DEMOKRASİ YALANININ içinde, en temel hakla kazandıkları vatandaşlık haklarının dahi ellerinden alınması gerekenlerin vekil olduğu, başkan ve başbakan olduğu bir sınıra dayanan hoşgörüye ne demeli?
Anayasamızın net olarak ifade ettiği İLKELERE BAĞLI DEMOKRASİ hakkını, tersine bir edinim ile kullananların karşısında, bizler kendi celladımıza göz yummamalıyız.
Ülkemizde yaşanan bu durum, bir hoşgörü felsefesi değil, tam anlamıyla maniple edilmiş, cebre dayanmış, emperyalizmin en derin karanlığına hizmet eden ve ettirilen bir istiladır.
Lütfen şu an Türkiye politikasına yakından bakın. Partizan bir tavırla anlamadığınız bir siyasetin peşinden koşmayı bırakın ve anlayanların en temel sözlerine dikkat etmeye başlayın.
86 yıldır Demokrasi naraları adı altında yaşanan ve 80 darbesi ile azgın demokrasiye ulaşan bir siyasetin bize cebir olarak yaşattığı hayat, onurla elimizde tuttuğumuz ülkemizi, hayatımızı, yaşamımızı, neslimizi, varlığımızı elimizden alıyor mu almıyor mu?
Muhalefet dahil olmak üzere, sistematik bir dayatma var mı yok mu?
BM adı altında tarafımıza dayatılanlar ve basiretsiz ve hain siyasiler eli ile kimliğimize kasıt var mı yok mu?
Yorumlar kapalı.