Kıbrıs, tarih boyunca medeniyetlerin kesişme noktası, stratejik bir kale, Türk milletinin gönlünde ise bir yara, bir sevda olmuştur.
Adanın genel hareketliliğinin önemli konusu olan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde (GKRY) “Devrimci Özgürlük Savaşçıları Hareketi” adlı bir örgütün Türk varlığına karşı düşmanca söylemlerle sahneye çıkması ve buna karşılık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) “Türkiye’ye İltihak Hareketi”nin (TİH) kurulması, adadaki kutuplaşmayı derinleştiriyor.
Bu hareketler, yalnızca yerel bir mesele olmaktan çıkıp, Türkiye’nin iç hukuku, uluslararası ilişkileri ve küresel güç dengeleri açısından ciddi riskler barındırıyor.
Aşağıda, bu yazıyı detaylı bir şekilde inceleyerek, TİH’in hedeflerinin Türkiye açısından hukuki, siyasi ve diplomatik risklerini, güçlü bir şekilde değerlendiriyor olacağım.
Güney’deki Ateş ve Kuzey’den gelen Kar Fırtınası
GKRY’de ortaya çıkan “Devrimci Özgürlük Savaşçıları Hareketi”, Türk varlığını ve İngiliz üslerini “işgal” olarak nitelendirerek, “Kıbrıs’ı Türklerden arındırma” hedefiyle 2024 Temmuz’unda sahneye çıkmıştır. Örgütün sembol olarak “Ateş ve Balta”yı seçmesi, 1821 Yunan isyanının milliyetçi ruhunu canlandırma çabasıdır. Rum Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Georgios Papachrysostomou’nun geçmişi, bu hareketin ardındaki organize yapıydı. Papachrysostomou’nun 1989’da Türk kesimine sınır ihlali yaptırarak provokasyon yaratması ve Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi insan hakları ihlali suçlamasıyla mahkûm etmesi (Kaynak: Avrupa Konseyi Kararı 507/3.2.94), kilisenin tarihsel rolünü ve dış güçlerin etkisini açıkça ortaya koyuyor.
Buna karşılık, KKTC’de Fuat Nesip Nalcıoğlu liderliğinde kurulan TİH (Türkiye’ye İltihak Hareketi) Güney Kıbrıs’ın Rum-Yunan işgalinden kurtarılmasını ve adanın 1878 öncesi Osmanlı hakimiyetine dönmesini hedefliyor (Kaynak: dikgazete.com,). Nalcıoğlu’nun, Ulusal Birlik Partisi Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı ve KKTC Marketler Birliği Başkanı olarak tanınması, hareketin KKTC içinde belirli bir toplumsal zemine sahip olduğunu gösteriyor. Ancak TİH’in sosyal medya paylaşımları ve “iltihak” vizyonu hem Türkiye’nin iç hukukunda hem de uluslararası arenada ciddi riskler doğurabilir.
Türkiye Anayasası Açısından Riskler
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devletin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve uluslararası hukuka saygıyı temel alır. TİH’in “Güney Kıbrıs’ı özgürleştirme” hedefi, eğer bu hedefe ulaşmak için şiddet içeren eylemler veya Türk resmi makamların onayı olmadan hareket edilmesi durumunda, anayasal düzenle çelişebilir.
İç Siyasette Kutuplaşma: TİH’in radikal söylemleri, Türkiye içinde milliyetçi ve muhafazakâr kesimlerle diğer siyasi gruplar arasında gerilim yaratabilir. Bu, özellikle seçim dönemlerinde, iç siyasi istikrarı olumsuz etkileyebilir. Örneğin, geçmişte Kıbrıs meselesi, Türkiye’de siyasi kutuplaşmayı derinleştirmiştir (Kaynak: TİHV Raporları, www.tihv.org.tr).
Anayasal Düzenin İhlali (TCK Madde 309): TİH’in söylemleri, eğer cebir veya şiddet içeren yöntemlerle ilişkilendirilirse, Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesi kapsamında “Anayasayı İhlal Suçu” olarak değerlendirilebilir. Bu madde, anayasal düzeni değiştirmeye veya engellemeye yönelik cebir ve şiddet eylemlerini ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırır. TİH’in “Güney’in özgürleştirilmesi” hedefi, eğer resmi bir devlet politikası olmaksızın eyleme dönüşürse, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini ihlal edebilir ve iç hukukta soruşturmalara yol açabilir (Kaynak: TCK Madde 309, www.mevzuat.gov.tr).
İfade Özgürlüğü ve Sınırları: Anayasa’nın 26. ve 33. maddeleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü korurken, bu haklar “millî güvenlik” ve “kamu düzeni” gerekçeleriyle sınırlanabilir. TİH’in sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalar, özellikle GKRY’nin egemenliğine yönelik söylemler, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini zedeleyici bulunursa, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına neden olabilir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nin geçmiş kararlarında, millî güvenliğe tehdit oluşturan söylemlerin sınırlandırıldığı görülmüştür (Kaynak: Anayasa Mahkemesi, 2018/117 Sayılı Karar, www.anayasa.gov.tr).
Uluslararası Anlaşmalara Aykırılık: Türkiye, 1960 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile 1974 sonrası BM kararlarına taraf bir devlettir. TİH’in iltihak vizyonu, bu anlaşmalarda öngörülen iki toplumlu çözüm modeline aykırıdır. Anayasa’nın 90. maddesi, uluslararası anlaşmaları kanun hükmünde sayar. TİH’in hedefleri, eğer devlet politikası olarak algılanırsa, Türkiye’nin bu yükümlülükleriyle çelişebilir ve iç hukukta hukuki yaptırımlara yol açabilir (Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 90, www.tbmm.gov.tr).
Uluslararası Hukuk Açısından Riskler
TİH’in “tüm adanın Türkiye’ye iltihakı” hedefi, uluslararası hukukun temel ilkeleriyle çelişiyor. GKRY, BM ve AB tarafından tanınan bir devlet olarak, uluslararası hukukun koruması altındadır. TİH’in söylemleri ve olası eylemleri, aşağıdaki riskleri doğurabilir:
- BM Şartı’na Aykırılık: BM Şartı’nın 2(4). Maddesi devletlerin toprak bütünlüğüne karşı güç kullanımını veya tehdit oluşturmayı yasaklar. TİH’in “Güney’in özgürleştirilmesi” hedefi, eğer güç kullanımıyla ilişkilendirilirse, BM Şartı’nı ihlal eder. Bu, Türkiye’ye yönelik BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarını veya diplomatik kınamaları tetikleyebilir. Örneğin, 1974 Barış Harekâtı sonrası BMGK’nın 353 ve 360 sayılı kararları, taraflara barışçıl çözüm çağrısı yapmış ve güç kullanımını sınırlamıştır (Kaynak: BMGK Karar 353, 1974, www.un.org).
- Avrupa Birliği ile Gerilim: GKRY’nin AB üyesi olması, TİH’in hedeflerini Türkiye-AB ilişkileri açısından riskli hale getiriyor. Türkiye, AB’ye aday ülke olarak, hukukun üstünlüğü ve uluslararası yükümlülüklere uyum taahhüdünde bulunmuştur. TİH’in söylemleri, AB tarafından “egemen bir devlete tehdit” olarak algılanabilir ve Türkiye’nin üyelik sürecini daha da karmaşıklaştırabilir. AB’nin geçmiş ilerleme raporlarında, Türkiye’nin Kıbrıs politikası zaten eleştirilmiştir (Kaynak: AB İlerleme Raporu 2001, www.ab.gov.tr).
- İnsan Hakları İhlalleri: TİH’in hedefleri, eğer şiddet içeren yöntemlerle uygulanmaya çalışılırsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. (yaşam hakkı) ve 3. (işkence yasağı) maddelerini ihlal edebilir. AİHM’nin “Kıbrıs v. Türkiye” davasında (Dava No: 25781/94), Türkiye’nin Kıbrıs’taki insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulduğu örnekler mevcuttur. TİH’in faaliyetleri, eğer insan hakları ihlallerine yol açarsa, Türkiye’yi uluslararası mahkemelerde zor durumda bırakabilir (Kaynak: AİHM, Kıbrıs v. Türkiye, www.echr.coe.int).
- Uluslararası Ceza Hukuku: TİH’in hedefleri, eğer silahlı mücadele veya sivillere yönelik eylemlerle ilişkilendirilirse, uluslararası ceza hukuku kapsamında savaş suçu veya insanlığa karşı suç olarak değerlendirilebilir. Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf olmasa da GKRY’nin AB üyesi olması, bu tür eylemlerin BM veya Avrupa Konseyi nezdinde soruşturulmasına yol açabilir (Kaynak: BM İşkenceye Karşı Sözleşme, www.ohchr.org).
Siyasi ve Diplomatik Riskler
TİH’in vizyonu, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu ve iç siyasi dinamiklerini etkileyebilecek ciddi riskler taşır:
- AB ve NATO ile Gerilim: GKRY’nin AB üyesi olması ve Türkiye’nin NATO’daki yükümlülükleri, TİH’in hedeflerini desteklemenin diplomatik sonuçlar doğurmasına neden olabilir. NATO, üye devletler arasında barışçıl çözümleri teşvik eder; TİH’in söylemleri, Türkiye’nin ittifak içindeki konumunu zedeleyebilir (Kaynak: NATO Antlaşması, www.nato.int).
- BM ve Uluslararası Toplumun Tepkisi: BM, Kıbrıs meselesinde iki toplumlu, federal bir çözümü desteklemektedir. TİH’in “tam iltihak” vizyonu, BMGK kararlarına aykırıdır ve Türkiye’ye yönelik uluslararası kınamalara veya ekonomik yaptırımlara yol açabilir. Örneğin, BMGK’nın 550 (1984) sayılı kararı, KKTC’nin tanınmasını reddetmiş ve barışçıl çözümü vurgulamıştır (Kaynak: BMGK Karar 550, www.un.org).
İngiliz Gölgesi ve Stratejik Çıkmaz
Yazıda vurgulanan İngiliz varlığı, Kıbrıs meselesinin çözümsüzlüğünün temel nedenlerinden biridir. İngiltere’nin adadaki askeri üsleri ve Rum kesimine verdiği örtülü destek, TİH’in söylemlerini haklı çıkaran bir tarihsel arka plan sunuyor. Ancak, TİH’in bu durumu “iltihak” vizyonuyla çözme önerisi, uluslararası hukukun ve güç dengelerinin karmaşıklığı karşısında uygulanabilir olmaktan uzak görünüyor. İngiltere’nin adadaki varlığı, neo-emperyalist bir strateji olarak değerlendirilse de TİH’in hedefleri, bu varlığa karşı etkili bir diplomatik veya hukuki mücadele yerine, doğrudan çatışmacı bir söylemi benimseyerek riskleri artırıyor.
En nihayetinde, Adalet Arayışı ve Gerçekçi Sonuçlar neticesinde…
Tüm detayları göz önünde bulundurarak analiz yapmış olsak ta, süreç kendi kendini imha eden ve Kıbrıs’ta yaşayan ve gerçekçi olan halklarının direncinin direnci kadar sonuçlandığı bir yapıda son bulacaktır.
Kıbrıs, Türk milletinin yüreğinde bir sevda, bir mücadele sembolüdür. Ancak bu sevda, hukukun rehberliğinde, adaletin ışığında ve barışın gölgesinde korunmalıdır.
Türk milleti, tarihinden aldığı güçle, haklılığını dünyaya anlatacak iradeye sahiptir; yeter ki bu irade, sağduyu ve hukuk sınırları içinde kalsın.
Saygılarımla;
.
.
Kaynaklar
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, www.tbmm.gov.tr;
TCK, www.mevzuat.gov.tr;
BM Şartı, www.un.org;
AİHM Kararları, www.echr.coe.int;
AB İlerleme Raporu 2001, www.ab.gov.tr;
BMGK Karar 353 ve 550, www.un.org;
TİHV Raporları, www.tihv.org.tr)
Yorumlar kapalı.