Sizi Devlet aklı ile eleştireceğim.
Öncelikle, sizi esefle kınıyorum zira olmayacağını bile bile algı yönetimi yapıyorsunuz. Sadece algı yönetimine başvurmanız dahi Türkleri yenemiyorum demenin bir itirafı olarak değerlendiriyorum.
Linkte yer alan açık beyanınıza istinaden, size özel Anayasa açıklaması yapma ihtiyacı doğmuştur. Bu durum istifanızı gerektirmekte olup, yetkiyi kullanarak halkı yanıltmaktan suçlu dahi bulunabilirsiniz. Bizden söylemesi.
“Savcı, Hakim, Vekil, Bakan, Başkan kim varsa” 7 maddede Anayasa dersi
Tek tek madde madde açıklayalım.
Anayasada Asgari Geçim Desteği, Asgari Gelir Hakkı ve Refahın Paylaşımı olmalı demişsiniz.
İtiraz 1: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda doğrudan “asgari geçim desteği” veya “asgari gelir hakkı” ifadeleri birebir yer almaz. Ancak bu kavramlara anayasal zemin oluşturan hükümler mevcuttur.
Bu hükümler, devletin sosyal devlet olma niteliği, vatandaşların insana yakışır bir yaşam sürmesini sağlama yükümlülüğü ve refahın toplumla adil şekilde paylaşılması ilkesine dayanmaktadır.
Buna Göre;
a. Anayasa Madde 2 – Cumhuriyetin Nitelikleri
“Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Sosyal devlet ilkesi, yalnızca temel hakları değil, aynı zamanda devletin vatandaşlarına ekonomik ve sosyal güvenlik sağlamasını, gelir dağılımını dengelemesini ve refahı tabana yaymasını da gerektirir. Bu çerçevede devlet, milli gelirin adil paylaşımını sağlamaya anayasal olarak yükümlüdür. Ayrıca bir hükme gerek yoktur ve refah sorumluluğu zaten bizzat hükümet sorumluluğudur. Geçimlik hakkı için Anayasa değiştirilmez. Hukuk düzenlenir. O da meclisin ve sizin bizzat hükümet taahhütlüdür zaten.
b. Anayasa Madde 49 – Çalışma Hakkı ve Ödevi
“Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için ekonomik gelişmeyi göz önünde tutarak çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemek için gerekli tedbirleri alır.”
Bu hüküm, bireylerin yaşam standardını yükseltmeye dönük politikaların bir dayanağıdır. Asgari ücretin tespiti, sosyal yardım programları ve vergi indirimi gibi yollarla asgari geçim düzeyi korunur, bu da dolaylı şekilde milli gelirin halka yansımasıdır. Demek ki neymiş Anayasamızda zaten varmış, işiniz uygulamak olmalıdır.
c. Anayasa Madde 60 – Sosyal Güvenlik Hakkı
“Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.”
Bu maddeyle birlikte sosyal güvenlik sistemi, gelir düzeyi düşük veya risk altındaki bireylerin yaşamlarını sürdürebilmesi için bir kamu güvencesi sağlar. Bu da ekonomik büyümeden toplumun daha geniş kesimlerinin pay alması anlamına gelir. Yani bir öneri sunarken keşke Türk Anayasasını bilseniz diyoruz ama bilmiyorsunuz işte Sayın Uçum…
d. Anayasa Madde 61 – Devletin Koruyucu Tedbirleri
“Devlet, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimlerini, malûl ve gazileri, yaşlıları, sakatları, korunmaya muhtaç çocukları, muhtaç ve kimsesizleri korur ve bu amaçla gerekli tedbirleri alır.”
Muhtaç kesimlerin korunması, devletin ekonomik kaynaklarını bu gruplarla paylaşmasını gerektirir. Bu madde, refah devletinin temel taşlarından biridir. Bilin bunları Sayın Uçum.
e. Anayasa Madde 65 – Sosyal ve Ekonomik Hakların Sınırı
“Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.”
Bu madde, sosyal ve ekonomik hakların gerçekleştirilmesini devletin mali gücüyle ilişkilendirir. Ancak bu ifade, aynı zamanda devletin bütçesini halkın yararına kullanması gerektiğini de ima eder. Bu da gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) kamu politikaları aracılığıyla halkla paylaşılması anlamına gelir.
f. Gayri Safi Milli Hasıla ve Refahın Paylaşımı
Anayasada “gayri safi milli hasılanın doğrudan halka paylaştırılması” gibi açık bir ifade bulunmasa da yukarıda sayılan hükümler doğrultusunda:
SOSYAL DEVLET OLMAMIZIN AMACINA YÖNELİK HALKIN ÇALIŞMASI ve HÜKÜMET POLİTİKALRINDA REFAH TAAHHÜTÜ ile SEÇİLEN HÜKMEDEN ve MECLİS ÇATISINDA YER ALAN PARTİLERİN GSMH arttırması ve hizmet-refah-tarım-ihracat desteği-elektrik-yol-su-yatırım-teknoloji-güç kazanma ve dünya ile ticarette yarışmaya dayalı politikalarla halka dağılımı sağlanır.
Deha açık ifade edecek olursak;
- Devletin üretimden elde edilen katma değeri kamu hizmetleri (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım) yoluyla yeniden dağıtması,
- Asgari ücretin belirlenmesinde yaşam maliyetlerinin gözetilmesi,
- Vergi adaleti ile yüksek gelir gruplarından daha fazla katkı alınması,
- Sosyal yardım sistemleri ile gelir transferi yapılması, gibi yollarla toplumun ürettiği değerin (GSYİH’nin) halkla paylaşımı sağlanır. Bu, anayasanın öngördüğü sosyal devlet ve adil paylaşım anlayışının fiili karşılığıdır.
Bakın 6 madde sizin dediğiniz Anayasa bu nedenle değişmeli dediğiniz yasaya hizmet ediyor. Siz yeni biz 100 yıl önce düşünüp yazmışız. Ama uygulamak yerine reklam kokan hareketler yapıp etki ajanlığı yapmaktasınız.
İtiraz 2: Tavan Fiyat Uygulaması Anayasal Değil, Siyasal Sorumluluk Alanındadır
Bazı çevreler tarafından “pahalılıkla mücadele amacıyla gerek duyulduğunda tavan fiyat uygulamasının halkın anayasal talebi olarak değerlendirilmesi gerektiği” ileri sürülmektedir. Ancak bu görüş hem anayasal sistemin doğasını hem de yürütme organının siyasal sorumluluk alanını doğru okumamaktadır.
2/1. Anayasa, Ekonomik Müdahale Araçlarını Doğrudan Belirlemez
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devletin sosyal ve ekonomik görevlerini genel ilkeler çerçevesinde tanımlar. Bu görevlerin nasıl ve hangi araçlarla yerine getirileceği, yürütme organının yani seçimle gelen hükümetin takdirine bırakılmıştır.
Örneğin:
a. Anayasa madde 2: Devletin “sosyal bir hukuk devleti” olduğunu belirtir, ancak bu sosyal devlet olmanın hangi ekonomik araçlarla sağlanacağını detaylandırmaz.
- Anayasa madde 65: Devletin sosyal ve ekonomik görevlerini “mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde” yerine getireceğini vurgular. Bu, politika tercihlerinin esnekliğine anayasal zemin oluşturur.
Bu bağlamda, tavan fiyat uygulaması gibi bir müdahale, anayasal bir hak ya da doğrudan bir anayasal talep değil, ancak yürütmenin tercih edebileceği bir ekonomik araçtır.
2/2. Hükümet Politikası Alanına Girer
Tavan fiyat uygulaması, piyasa ekonomisinde fiyat istikrarını sağlamak amacıyla belirli sektörlerde kullanılabilecek teknik bir müdahale aracıdır. Bu tür düzenlemeler:
- Enflasyonla mücadele,
- Gıda veya enerji krizlerine karşı önlem,
- Düşük gelir gruplarını koruma, gibi konularda hükümetlerin ekonomik programlarının bir parçası olarak gündeme gelir.
Bu nedenle, tavan fiyat uygulaması talebi anayasa düzeyinde değil; seçimle gelen yürütme organına (hükümete) yöneltilmiş siyasal bir taleptir. Anayasa, bu taleplerin karşılanmasını sağlamakla doğrudan yükümlü değildir.
2/3. Anayasal Yetki Devri Zaten Vardır
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yürütme yetkisini ve sorumluluğunu açık biçimde hükümete devretmiştir:
- Anayasa madde 8: “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”
- Anayasa madde 104: Cumhurbaşkanının yürütme yetkisine ilişkin kapsamlı düzenlemeler içerir.
Bu çerçevede, ekonomik kriz, enflasyon, fiyat denetimi gibi konuların yönetimi yürütmenin takdirindedir. Halkın bu konudaki beklentisi elbette meşrudur, ancak anayasal bir hak ya da zorunluluk değildir.
Özetle; “Pahalılıkla mücadelede tavan fiyat uygulanması” yönündeki beklenti, anayasal bir talep niteliği taşımaz. Bu tür uygulamalar, seçimle işbaşına gelen hükümetlerin politik tercihleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Anayasa, böyle müdahaleleri zorunlu kılmamakta, ancak devletin sosyal niteliklerine ve ekonomik istikrarı sağlama görevine uygun olarak tercih edilebilir kılmaktadır.
Bu nedenle, söz konusu talep anayasa düzeyinde değil, hükümet programları ve kamu politikaları düzeyinde ele alınmalıdır. Anayasada yer alan sosyal devlet ilkesi, bu tür politikaları mümkün kılsa da bunları zorunlu kılacak bir nitelik taşımaz.
İtiraz 3: “Geri Çağırma Hakkı” Talebi, Seçim Sistemindeki Derin Sorunları Gölgelememelidir
Son zamanlarda bazı çevreler tarafından, “seçmen iradesinin milletvekili seçim süreçlerinde daha etkili olabilmesi için ‘geri çağırma hakkı’nın anayasal bir kurum olarak tanımlanması gerektiği” yönünde görüşler dile getirilmektedir. Ancak bu öneri, mevcut anayasal düzenin mantığını, parlamenter temsiliyet ilkesini ve Türkiye’deki seçim sisteminin yapısal sorunlarını göz ardı etmektedir. Ayrıca bu görüş, bazı temel siyasal sorunların nedenlerini yanlış teşhis etmektedir.
a. Seçim Sistemi Temsili Değil, Liste ve Lider Odaklıdır
Türkiye’de milletvekilleri, doğrudan bireysel adaylardan ziyade siyasi parti listeleri yoluyla seçilmektedir. Bu durum, seçmenin doğrudan vekil üzerinde etkisini zayıflatmakta; milletvekillerini büyük ölçüde parti yönetimlerine bağımlı hâle getirmektedir. Bu bağımlılık:
- Lider sultası altındaki aday belirleme süreçleri,
- Akraba, yandaş, çıkar çevresi gibi bağlantılarla şekillenen listeler,
- Cemaat, tarikat, etki grubu veya dış bağlantılı kişi ve yapıların dolaylı etkisiyle listeye giren adaylar gibi çeşitli sorunların önünü açmaktadır. Sorunun kaynağı, vekillerin görev süresi içinde görevden alınamaması değil, başlangıçtaki aday belirleme sürecinin demokratik olmamasıdır.
b. Anayasada Temsil Sistemi ve Milletvekilliği Güvencesi
Anayasa Madde 80 – Temsil Yetkisi
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi değil, bütün milleti temsil ederler.”
Milletvekilleri, belirli bir seçmen grubunun ya da bölgenin değil, bütün milletin iradesini temsil etmek üzere seçilirler. Bu temsil görevi, seçildikten sonra bağımsız bir irade kullanma hakkını da içerir.
c. Anayasa Madde 83 – Yasama Dokunulmazlığı ve Güvencesi
Bu madde milletvekillerine hem yargısal hem siyasal güvenceler sağlar. Seçilen vekilin, görev süresi boyunca özgürce görev yapabilmesi; sürekli geri çağırma tehdidi altında kalmaması, anayasanın teminat altına aldığı bir unsurdur.
d. Geri Çağırma Hakkı Siyasal İstikrarsızlığa Neden Olabilir
“Geri çağırma” kurumu, doğrudan demokrasi araçlarından biridir ve bazı ülkelerde sınırlı biçimde uygulanmaktadır. Ancak bu sistemin Türkiye’de uygulanması:
- Sürekli siyasi baskı ve manipülasyonlarla vekillerin görevden alınma sürecini başlatma çabalarına neden olabilir.
- Seçimlerin saygınlığına ve sürekliliğine zarar verebilir.
- Parlamentoda uzun vadeli politika geliştirme iradesini zayıflatabilir.
Dolayısıyla bu mekanizma, sorunu çözmekten ziyade daha fazla siyasal kutuplaşma ve kaos riski yaratabilir.
e. Anayasal Sorun Değil, Siyasal Kültür ve Sistem Sorunudur
Vekillerin liyakatsiz biçimde seçilmesi, dış etkilerle şekillenen listeler, yandaşlık ve cemaat etkisi gibi sorunlar; anayasa değişikliğiyle değil, şu yollarla çözülebilir:
- Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nda reform,
- Ön seçim sisteminin zorunlu hale gelmesi,
- Adayların belirlenmesinde şeffaf ve katılımcı usullerin benimsenmesi,
- Parti içi demokrasinin güçlendirilmesi.
Bu yapısal sorunları “geri çağırma hakkı” gibi popülist ve yüzeysel çözümlerle anayasal düzeye taşımak, meseleleri teknik olmaktan çıkarıp duygusal ve tehlikeli bir zemine oturtur.
Özetle;
“Seçmen iradesinin güçlendirilmesi” elbette meşru bir taleptir. Ancak bu talebin karşılığı, geri çağırma hakkı gibi anayasal düzenlemeler değil, seçim ve siyasi parti sisteminde köklü demokratik reformlardır.
Anayasa, mevcut haliyle vekilin milletin tamamını temsil etmesini ve görev süresi boyunca irade serbestliğiyle çalışmasını öngörür. Dolayısıyla “geri çağırma hakkı” anayasal bir eksiklikten kaynaklanan bir ihtiyaç değil, mevcut siyasal yapının çözülmemiş sistemsel sorunlarının yanlış teşhisidir.
İtiraz 4: Halkın Doğrudan Kanun Teklif Etme Yetkisi Temsili Demokrasinin Tersidir, Anayasaya Aykırıdır.
“Halkın yasama süreçlerinde doğrudan yer alması ve kanun teklif edebilmesi gerektiği” yönündeki öneri, ilk bakışta demokratik bir açılım gibi görünse de Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeni, yönetim modeli ve siyasal istikrarı açısından ciddi sakıncalar içermektedir.
Bu tür bir yetki, temsili demokrasiyi aşındırabilecek, siyasal sorumluluğu dağıtarak belirsizlik yaratabilecek ve uzun vadede meclisin yetkisini etkisizleştirebilecek bir yapıya kapı aralayabilir.
4/1. Anayasal Düzen Temsili Demokrasi Üzerine Kuruludur
a. Anayasa Madde 6 – Egemenliğin Kullanılması
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.”
Bu madde açıkça belirtir ki, millet egemenliğini doğrudan değil, temsilciler aracılığıyla, yani TBMM gibi anayasal organlar eliyle kullanır.
b. Anayasa Madde 7 – Yasama Yetkisi
“Yasama yetkisi, Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
Bu maddeye göre, kanun yapma yetkisi yalnızca TBMM’ye aittir ve hiçbir kişi, kurum veya halk grubu bu yetkiyi doğrudan kullanamaz. Bu durum, yasama organının görev ve yetkilerini halk adına ama bağımsız bir şekilde kullanmasını öngörür.
4/2. Doğrudan Yasama Girişimi, Temsili Demokrasi Yerine Doğrudan Demokrasiye Geçiştir
“Halkın doğrudan kanun teklif etmesi” önerisi, İsviçre gibi federal ve konfederal sistemlere özgü doğrudan demokrasi mekanizmalarının bir yansımasıdır. Türkiye ise üniter bir devlettir ve anayasal yapısı, merkezi yasama organı üzerinden işleyen temsili demokrasi sistemine dayanır.
Böyle bir sistemde halkın doğrudan yasama teklifinde bulunması:
- Siyasal istikrarı zedeler, çünkü sürekli halk inisiyatifi meclisi baskı altına alabilir.
- Popülist veya anlık taleplerle yönetilen bir yasama gündemi oluşabilir.
- Teknik uzmanlık gerektiren mevzuat yapımı, bilgi temeli olmayan kitle kararlarına maruz kalabilir.
4/3. Sorunun Kaynağı Yasama Süreci Değil, Aday Belirleme Sistemidir
Halkın yasama süreçlerinde etkisiz kalmasının nedeni, halkın kanun yapamaması değil, seçtiği vekilleri kendisi belirleyememesidir. Bunun çözümü:
- Siyasi Partiler Kanunu’nda değişiklik yapılarak ön seçimlerin zorunlu hale getirilmesi,
- Seçim barajının düşürülmesiyle küçük partilere temsil imkânı tanınması,
- Vekillerin bireysel sorumlulukla seçmene karşı hesap verebilir hale getirilmesidir.
Böylece halk, aday listelerinde dış müdahale, akrabalık, tarikat/cemaat etkisi olmadan, doğrudan ve şeffaf biçimde vekil seçebilir.
4/4. Halk Zaten Egemenliğini Seçimle Kullanır
a. Anayasa Madde 67 – Seçme, Seçilme ve Siyasi Faaliyette Bulunma Hakları
“Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme, bağımsız veya bir siyasi parti içinde siyasal faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma haklarına sahiptir.”
Bu hüküm, halkın iradesini seçimler yoluyla ortaya koyduğunu, doğrudan yasama yetkisi gibi görevlerin halk tarafından değil, seçtiği temsilciler aracılığıyla yerine getirileceğini belirtir.
4/5. Kanun Teklif Etme Hakkı: Mevcut Durum Yeterlidir
Şu anda bile vatandaşlar fikirlerini kamuoyunda duyurabilir, sivil toplum örgütleri yoluyla taleplerini meclise iletebilir, dilekçe hakkı kapsamında TBMM’ye başvuru yapabilirler. Ayrıca milletvekilleri veya partiler yoluyla bu talepler meclise taşınabilir. Bu mekanizmalar zaten anayasal olarak yeterli korumayı sağlamaktadır.
Özetle;
Halkın kanun teklif etme yetkisini anayasal düzeyde talep etmesi:
- Türkiye’nin üniter ve temsili demokrasisine aykırıdır,
- Anayasanın 6. ve 7. maddeleriyle çelişmektedir,
- Siyasal sistemi istikrarsızlaştırabilecek bir müdahale niteliğindedir,
- Asıl çözümün anayasal değişiklik değil, siyasal kültür ve seçim sistemindeki reformlar olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir.
Gerçek çözüm, halkın temsilcilerini özgürce ve doğrudan belirleyebileceği, şeffaf, adil ve katılımcı bir seçim sistemi kurmaktır. Böylece halk iradesi yasama sürecine etkili şekilde yansıtılabilir; temsili demokrasi güçlendirilebilir.
İtiraz 5: Yeni Anayasa Gündemi, Halkın Gerçek Talepleriyle Uyuşmamakta; Anayasal ve Tarihsel Kimliğe Aykırılık Taşımaktadır.
“Halkın gündeminde yeni anayasa talebi yok” görüşünü “yüzeysel, olgusal karşılığı olmayan, halkın devrimci dinamiğini görmezden gelen bir tespit” olarak nitelendiren yaklaşımlar; halkın tarihsel ve anayasal iradesini yanlış okumakta ve anayasa yapım sürecini saptırma riskini taşımaktadır.
Bu yaklaşıma karşı çıkarak aşağıdaki anayasal ve siyasal gerekçelerle itiraz ediyorum:
5/1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Meşruiyet Temeli: Halk Egemenliği ve Tarihsel Süreklilik
a. Anayasa Madde 1 – Devletin Şekli
“Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”
b. Anayasa Madde 2 – Cumhuriyetin Nitelikleri
“Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
c. Anayasa Madde 6 – Egemenliğin Kullanılması
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.”
Bu üç temel hüküm, halkın anayasal düzen üzerindeki yetkisini ve bu yetkinin anayasa üzerinden nasıl kullanılacağını açıkça ortaya koymaktadır. Halkın egemenliği, seçimler yoluyla ortaya konur; anayasa değiştirme süreci ise sıradan bir yönetim politikası değil, ancak kurucu milli mutabakatla ele alınabilecek üst düzey bir tarihsel karardır.
5/2. Halk Yeni Anayasa Talebi Göstermemiştir: Bu Bir Olgusal Gerçektir
Türkiye toplumunun farklı dönemlerde yapılan kamuoyu araştırmalarında açıkça görülmektedir ki halkın öncelikli sorunları arasında:
- Ekonomi (enflasyon, işsizlik, yoksulluk)
- Adalet sistemi
- Eğitim ve sağlık
- Temsil adaleti ve liyakat gibi konular yer almakta, “yeni anayasa” doğrudan bir talep olarak halkın öncelikli gündeminde bulunmamaktadır. Dolayısıyla “halk anayasa istiyor” şeklindeki tez, olgusal bir zemine değil, politik bir niyete dayalıdır.
5/3. Algı Yaratılarak Meşruiyet Türetilemez
Halk, anayasa gibi yüksek normlu bir belgeyi tarihsel bilinç ve toplumsal refleksle oluşturur. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1924 anayasalarının milli ve halkçı ruhunu, 1961’in demokratik genişlemelerini ve 1982’nin kurumsal yapısını içererek devletin devamlılık ve milletin bilinç tarihi ile örtüşmektedir.
Halkın anayasa istemiyormuş gibi değil, anayasa değişikliği bahanesiyle yönetsel meşruiyet inşa etmeye çalışan aktörler halk adına konuşuyormuş gibi yapmaktadır. Bu yaklaşım halkın iradesine dayanmaktan uzaktır.
5/4. Anayasaya Aykırı Zorlama: Cebir ve Şiddet Tehlikesi
a. Anayasa Madde 11 – Anayasanın Bağlayıcılığı
“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
b. Anayasa Madde 14 – Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılamaması
“Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, … Anayasa’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”
Yeni anayasa adı altında mevcut anayasayı işlevsizleştirmek, meşru kurumları itibarsızlaştırmak ya da halkın gündeminde olmayan bir süreci zorla/cebir yürütmek; anayasal düzeni cebir ve şiddetle değiştirme girişimiyle benzeşebilir. Bu tür çabalar, anayasal güvenlik çerçevesinde dikkatle denetlenmeli ve meşruiyet denetimine tabi tutulmalıdır.
5/5. Gerçek Çözüm: Mevcut Anayasanın Demokratikleşerek Uygulanmasıdır
Anayasa değiştirmek yerine:
- Siyasi Partiler Kanunu
- Seçim Kanunu
- İdari Yargı Sistemi
- Yargı Bağımsızlığı gibi alanlarda yapılacak reformlar, halkın doğrudan ihtiyaçlarına cevap verebilir. Anayasanın demokratik ruha uygun şekilde uygulanması, sahici çözümün ta kendisidir.
Özetle;
“Yeni anayasa” talebi, halkın gerçek gündeminin dışında kurgulanan, çoğu zaman siyasal meşruiyet arayışı için araçsallaştırılan bir söylemdir. Türk milleti, kurduğu anayasal düzeni tarihsel bilinçle oluşturmuş, bunu da seçimle, referandumla ve anayasal kurumlarla sürdürülebilir kılmıştır.
Anayasa değişikliği istemi gibi sunulan yaklaşım; halk iradesini temsil etmeyen, anayasa yapım sürecini araçsallaştıran, hatta uzun vadede anayasal düzeni cebren dönüştürme riski taşıyan bir yönelimi işaret etmektedir.
Bu sebeplerle, bu tür anayasa değişikliği talepleri anayasal olarak meşru değildir ve toplumsal uzlaşıya dayanmadan ilerletilmesi mümkün değildir.
İtiraz 6: Siyasal ve Hukuksal Anayasa Ayrımı Anayasal Bütünlüğe ve Milli Egemenliğe Aykırıdır
“Yeni anayasa ihtiyacı, halkın sistemsel olarak daha iyiyi tasavvur etmesinden doğan temel bir ihtiyaçtır. Bu nedenle siyasal anayasa ile hukuksal anayasa ayrımı yapılmalıdır.” şeklindeki görüş, anayasal düzenin birliği ilkesine, egemenliğin kaynağına ve devletin temel yapısına yönelik ciddi bir anayasal sakınca taşımaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin üniter devlet ve tek anayasa sistemine dayalı kurucu iradesiyle bağdaşmamaktadır.
6/1. “İki Ayrı Anayasa” Mantığı Devletin Hukuki Birliğini Zedeler
Siyasal ve hukuksal anayasa şeklinde çift yönlü ve katmanlı bir anayasa anlayışı, anayasanın birleştirici ve bağlayıcı niteliğini ortadan kaldırır. Böyle bir ayrım:
- Anayasayı bir tartışma platformuna dönüştürür,
- Egemenliğin tekliği ve hukukun üstünlüğü ilkesine gölge düşürür,
- Siyasal aktörlerin anayasal düzen dışında paralel bir tasavvur üretmesini meşrulaştırır.
Bu yaklaşım, anayasanın toplumu birleştirici temel metin olma niteliğini bozar ve çok hukukluluğun önünü açar. Bu da uzun vadede bir anayasal parçalanma riskidir.
6/2. Anayasanın Bütünlüğü ve Normlar Hiyerarşisi Vardır
a. Anayasa Madde 11 – Anayasanın Bağlayıcılığı
“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
Anayasa, hukuki olduğu kadar siyasal sistemin de üst normudur. Siyasal ya da toplumsal talepler, bu üst normun dışında değil, ancak onun sınırları içinde şekillenir. Anayasa hem meşruiyetin hem de sınırın çerçevesini çizer.
Anayasaya karşı “alternatif anayasa tasavvuru” üretmek, anayasanın bağlayıcılığını fiilen ve zihnen ortadan kaldırmaya yöneliktir.
6/3. Egemenliğin Sahibi Millettir, Temsilciler Yoluyla Kullanılır
a. Anayasa Madde 6 – Egemenliğin Kullanılması
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.”
Söz konusu öneri, halkın siyasal temsiline dayalı anayasa önerilerinin hukuki forma çevrilip uygulanmasını savunuyor gibi görünse de gerçekte temsilî demokrasinin anayasal kurallarını baypas eden, alternatif siyasal tasarımlar yoluyla anayasal düzeni bypass etme eğilimi göstermektedir.
Bu da anayasal düzenin dışından yürütülen bir anayasa yapma hareketidir. Halkın iradesini gerçek anlamda ifade ettiği yer, TBMM çatısı altındaki anayasal süreçlerdir, dışındaki her yol anayasal meşruiyeti zedeler.
6/4. Anayasa Değişikliği Süreci Bellidir, Keyfî Yorumlara Kapalıdır
a. Anayasa Madde 175 – Anayasa Değişikliği
“Anayasa değişikliği, TBMM üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilir… ve referandumla halkın onayına sunulur.”
Anayasa, nasıl değiştirileceğini açıkça belirlemiştir. Bu sürecin dışındaki yollarla “yeni anayasa oluşturma”, ancak mevcut anayasal düzeni ilga etme girişimi olarak yorumlanabilir. Bu ise demokratik anayasal düzenle değil, ancak anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlerle örtüşür.
6/5. Cebir ve Şiddete Dayalı Dayatma Tehlikesi: Anayasal Suç Unsuru
a. Anayasa Madde 14 – Temel Hakların Kötüye Kullanılamaması
“Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, … Anayasa’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”
Eğer “siyasal anayasa” adı altında meşru anayasal düzenin dışında yeni bir egemenlik ve hukuk düzeni inşa edilmeye çalışılıyorsa, bu durum Anayasa’nın 14. maddesi uyarınca anayasaya aykırı bir girişim sayılabilir.
Bu çaba:
- Devleti savaşmadan, seçim dışı yollarla dönüştürmek,
- Alternatif anayasa tasavvurlarıyla halkı yönlendirmek,
- Kurulu düzene karşı sistematik psikolojik ve siyasal operasyon yapmak anlamına gelir ki bu, iyi niyetli bir demokratik katkıdan çok, sistemi yıkmaya dönük organize bir zihinsel hazırlık olarak yorumlanabilir.
Özetle;
“Siyasal anayasa-hukuksal anayasa” ayrımı, ilk bakışta teorik gibi görünse de pratikte anayasanın bütünlüğünü tehdit eden, devletin kurucu değerleriyle çelişen, paralel yapılaşmaları meşrulaştırabilecek tehlikeli bir yaklaşımdır.
Türkiye Cumhuriyeti, tek millet, tek devlet, tek anayasa esasına dayanır. Meşru anayasa, halkın temsilcileri tarafından ve anayasal yollarla yapılır. Bunun dışındaki anayasa üretme teşebbüsleri, hangi kavramsal ambalajla sunulursa sunulsun, anayasal bütünlük, milli egemenlik ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Bu nedenle söz konusu yaklaşımı, anayasal düzeni aşındırma girişimi olarak görüyor, hukuki ve anayasal çerçevede reddediyoruz.
İtiraz 7: “Kurucu İrade”
“Yeni anayasa” tartışmalarının yeniden gündeme geldiği ve bu bağlamda halkın “asli kurucu irade” olarak doğrudan anayasa yapma sürecine katılması gerektiği yönündeki görüşlerin başında, Meclis’in sadece “temsili kurucu irade” olduğu, halkın ise “asli kurucu irade” olarak nihai onay makamı olduğu düşüncesi gelmektedir. Ancak bu düşünce hem mevcut anayasal düzen hem de hukuk devleti ilkesi açısından ciddi sakıncalar içermektedir.
7/1. “Asli Kurucu İrade” Kavramı Hukuki Değil, Siyasi Bir Soyutlamadır
“Asli kurucu iktidar” kavramı hukuk teorisinde devrimci nitelikteki anayasa yapım süreçlerini açıklamak için kullanılır. Yani bir devletin ilk kez kurulması (örneğin 1789 Fransız Devrimi) ya da anayasal düzenin tamamen ortadan kaldırılarak yerine yeni bir düzen kurulması gibi istisnai dönemlerde başvurulan bir kavramdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde ise böyle bir boşluk ya da sistemsel yıkım söz konusu değildir. Dolayısıyla “asli kurucu irade”ye atıfla halkın doğrudan yeni bir anayasa yapma yetkisinden söz etmek, mevcut anayasal düzene aykırıdır.
7/2. Türkiye’de Anayasa Yapım Yetkisi TBMM’ye Aittir
a. 1982 Anayasası’nın 6. maddesi açıktır:
“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.”
Bu hüküm doğrultusunda anayasa koyucu yetki, milletin egemenliğini yansıtan Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Halk, bu yetkiyi doğrudan değil, temsilcileri aracılığıyla kullanır. Dolayısıyla “halkın doğrudan anayasa yapması gerektiği” iddiası, mevcut anayasal sistemin temeline aykırıdır.
7/3. Kurucu Meclis Oluşturmak Mevcut Hukuki Yapı İçinde İmkânsızdır
Kurucu Meclis oluşturulabilmesi için ya mevcut anayasanın ortadan kaldırılması ya da ciddi anayasal boşlukların doğması gerekir. Türkiye’de bu tür bir durum yoktur. Ayrıca 1982 Anayasası’nın 175. maddesi anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağını açıkça belirtmektedir:
“Anayasa değişikliği, TBMM üye tamsayısının en az üçte biri tarafından teklif edilir ve en az beşte üç çoğunlukla kabul edilir.”
Bu hüküm, anayasa değişikliğinin ya da yeni anayasa yapımının tek meşru yolunun TBMM olduğunu göstermektedir. 1982 Anayasası, halkın doğrudan yeni bir anayasa metni yazıp bunu referanduma sunmasını öngörmez. Dolayısıyla Meclis dışında oluşturulacak bir “kurucu meclis” ya gayrimeşru olur ya da ancak devrimci bir süreçle mümkün olur ki bu da hukuk dışıdır.
7/4. Referandum, Meşruiyetin Tek Ölçüsü Değildir
a. Anayasa madde 6: hukuk devleti ilkesine göre: “Hiçbir kişi ya da kurum, Anayasa ve kanunlarla bağlı olmaksızın yetki kullanamaz.” Referandumun halk iradesini yansıttığı doğrudur; ancak bu irade sınırsız değildir. Dolayısıyla referandumun meşruiyeti ancak anayasal çerçevede olduğunda anlam kazanır. Anayasaya aykırı bir referandumun sonucu da hukuken geçerli olamaz. Ayrıca referandumla her şey meşrulaştırılamaz. Anayasa Mahkemesi kararları, evrensel hukuk kuralları ve temel haklar bu sürecin sınırlarını çizer.
7/5. Dinamik Gündem Olması Hukuki Zemin Oluşturmaz
Her toplumsal tartışma hukuki zeminde anlam kazanmalıdır. Yeni anayasa, halkın “dinamik gündemi” olabilir; ancak bu talep, mevcut anayasal düzeni bertaraf edecek şekilde değil, onun öngördüğü yöntemlerle yürütülmelidir. Demokratik meşruiyet, sadece taleple değil, hukuk devleti ilkeleriyle birlikte işler.
En son özetle;
Meclis -kurucu maddeler hariç- Anayasaya madde ekler – çıkarır, değiştirir, Halk Onaylar Ama Anayasa Yapmaz!
Yeni anayasa yapılması gerekiyorsa bu yalnızca TBMM eliyle, 1982 Anayasası’nın 175. maddesi doğrultusunda yapılabilir. Halkın referandumla onaylaması bir araçtır, anayasa yapım sürecinin bizzat kaynağı değildir. Türkiye’nin mevcut anayasal sistemi içinde “asli kurucu iktidar” söylemi, pratikte ne anayasal ne de meşru bir dayanak taşımaktadır. Hukukun üstünlüğü ve anayasal meşruiyet ilkeleri çerçevesinde bu tür öneriler hakikat açısından artık ve tamamen ret edilmelidir.
İTİRAF EDİN Sayın UÇUM: “Ben Türklerin kurduğu anayasayı anlamadım hatta kavrayamadım. O yüzden Türkleri yenemem”
Yorumlar kapalı.