Türkiye’nin terörle mücadelesindeki en kırılgan dönemeçlerden biri 1999’da yaşandı; fakat kırılma, yalnızca Öcalan’ın yakalanmasıyla sınırlı değildi. Asıl kırılma, 1999 sonrasında terör örgütünün hem içeride hem dışarıda siyasal ve hukuki bir zemin kazanmasıyla ortaya çıktı. Devletin elinde bulunan resmi raporlar ve istihbarat notları, Öcalan’ın cezaevinde geçirdiği yıllar boyunca örgüt üzerindeki etkisini yitirmediğini, aksine örgütün stratejik hatlarının belirlenmesinde kritik rolünü koruduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, yalnızca örgütün varlığını sürdürme kapasitesi açısından değil; siyaset kurumunun örgüte sağladığı zımni ve açık destek mekanizmalarının nasıl kurgulandığı açısından da önemlidir.

DEM Parti’nin Yerel Zemindeki Rolü: Terör Demokrasisinin İnşası
Son yıllarda DEM Parti üzerinden oluşturulan yerel yönetim stratejisi; belediyeler, yerel temsil ağları ve toplumsal mobilizasyon kanalları yoluyla örgüte adeta “yerel hukuk ve siyaset alanı” açmıştır. Akademik literatürde bu durum “hibrit siyasi yapı” olarak adlandırılsa da, gerçekte kurulmak istenen yapı çok daha nettir: Türkiye sınırları içinde terör örgütüne yarı-otonom bir demokratik alan yaratma girişimi. Bu nedenle ortaya çıkan tabloya “terör demokrasisi” demek, durumu en yalın ve en gerçek haliyle tanımlamaktır.
Bu yapının oluşumunda yalnızca DEM Parti değil, sistemin diğer siyasal aktörlerinin de sorumluluğu vardır.
Ermeni Diasporasının Fonlanan Altyapısı ve Bölgesel Vatandaşlık Modelleri
BM fonlu diaspora ağlarının yıllardır Orta Doğu’daki etnik-siyasi yapılanmalar üzerinde etki üretmeye çalıştığı bilinmektedir. Türkiye’de bu etki, 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Özal döneminde tartışılan “peşmerge benzeri yerel milis”, “bölgesel vatandaşlık modeli” ve “çoklu kimlikli yerel statüler” başlıklarıyla birleşti. Bu tartışmalara daha sonra Ermeni diasporasının fonladığı kültürel–hukuki altyapıların eklendiği görülmektedir. Bugün “Doğu Stilasının” yeniden gündeme gelmesi, aslında o dönemde kurulan zeminin devamı niteliğindedir.
Tüm bu başlıklar bir araya getirildiğinde Öcalan’ın cezaevindeyken bile neden siyasi ve hukuki altyapıdan beslendiği daha net anlaşılmaktadır. Bu bir tesadüf değil; bölgesel bir mühendisliğin Türkiye ayağıdır.
CHP–MHP–AKP Ekseninde Oluşan Siyasi İşbirlikçiliği ve Cumhuriyetle Hesaplaşma
Buradaki en çarpıcı nokta ise birbirine zıt görünen siyasal aktörlerin ortak bir zeminde kesişmesidir. CHP, MHP ve AKP’nin farklı dönemlerde, farklı gerekçelerle fakat ortak sonuçlar üreten adımları; terör örgütünün siyasal alana entegrasyonu, Öcalan dosyasının hukuki boyutunun daraltılması, yerel yönetimlerin örgüt arka bahçesine dönüşmesi, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleriyle hesaplaşma ve devletin kurumsal disiplininin aşındırılması gibi alanlarda birbirini besleyen bir politika dokusu üretmiştir.
Bu ittifak ilişkisi klasik anlamda bir “koalisyon” değil; Türkiye’nin Cumhuriyet sonrası en organize çürüme bloklarından biridir. Bu siyasal çürüme, doğrudan doğruya bir “çete hükümeti” görüntüsü doğurmuş; hukuku araçsallaştıran, devlet geleneklerini yıpratan ve terör örgütünün siyasal–idari alanda manevra kapasitesini artıran bir zemin yaratmıştır.
Bahçeli’nin 1999’daki İdam Sürecindeki Rolü ve Bugünkü “Umut Hakkı” Söylemi
Devlet Bahçeli’nin 1999’da Öcalan’ın idamının gerçekleşmemesindeki rolü, siyasi tarihin en tartışmalı dosyalarından biridir. Dönemin tutanakları, demeçleri ve AB uyum sürecinin yarattığı siyasi motivasyonlar; Bahçeli’nin idam infazını engelleyen atmosferin oluşmasında etkili olduğu yönündeki iddiaları güçlendirmiştir. Aynı Bahçeli’nin bugün “umut hakkı” söylemine savrulması siyasi dönüşüm değil; devlet ciddiyetinin aşındırılmasıdır. Bu, terörle mücadele hafızasında açılmış en büyük yaralardan biridir.
Epstein Dosyasının Türkiye Ayağı: AKP Hükümeti ve “Aile İktidarı” Modeli
Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir başka husus ise, uluslararası skandalların Türkiye uzantılarının nasıl aynı siyasal mimariyi yeniden ürettiğidir. Epstein dosyasının memurları, bağlantıları ve adacık modeliyle kurulan güç ağları; Türkiye’de özellikle AKP hükümeti ve Erdoğan ailesinin çevresinde şekillenen iktidar örgüsü ile kıyaslandığında çarpıcı bir paralellik oluşturmaktadır. Gerek hükümet kurma–dağıtma mekanizmaları, gerek ada merkezli uluslararası ilişkiler tarzı, gerekse paralel finans–bürokrasi hatları; Türkiye’de son 20 yılda inşa edilen yönetim düzeninin, adeta küresel bir “ada siyaseti” pratiğinin yerli uyarlaması olduğunu göstermektedir.
Bu durum yalnızca siyasal yozlaşmayı değil; Öcalan çizgisinin Türkiye’yi zayıflatma ve çözme stratejisinin neden bu kadar geniş bir siyasi-iktisadi zeminde karşılık bulduğunu da açıklamaktadır. Çünkü aynı dönemde kurulan aile-iktidar modeli ile terör örgütü siyasetinin paralel hareket alanı, Türkiye’nin egemenlik yapısını içeriden aşındıran bir mekaniğe dönüşmüştür. Bu nedenle hem Epstein benzeri yapılar hem de Öcalan hattı, Türkiye’yi tasfiye etmeye dönük daha büyük bir projenin iç içe geçmiş ayakları olarak değerlendirilmelidir.
Hukuki Neden: Öcalan Neden Yeniden Yargılanmalıdır?
Anayasa’nın 138–139. maddeleri ve TCK’nın 302, 309, 314 ve 220. maddeleri, Öcalan’ın cezaevinde bulunduğu yıllarda bile örgütün devam eden eylemlerine katkı sunduğu iddiasını yargı konusu yapmaya imkân tanır. Örgüt yöneticiliği “sürekli suç” niteliğindedir. Dolayısıyla Öcalan’ın 1999 sonrası:
- mesaj akışları,
- avukat görüşmeleri,
- örgüt içi stratejik yönlendirmeleri,
- diaspora ve yerel ağlarla bağlantılı hatları,
- terör eylemlerinin planlama süreçlerine etkileri
hukuken yeni bir yargılamanın konusudur. Bu yalnızca bir tercih değil; devlet olmanın gereğidir.
Devletin Varoluş Noktası Hukuktur, Siyasi Çeteler Değil
CHP–MHP–AKP ekseninde şekillenen politik işbirlikçiliği, DEM Parti’nin yerel alan inşası, diaspora fonlarının bölgesel zemin kurgusu, Özal döneminin vatandaşlık-modelli etnik taslakları, Epstein dosyasının Türkiye ayağı ve bütün bunların üzerine oturan Öcalan hattı; Türkiye’nin son 30 yılda nasıl bir “terör demokrasisine” sürüklendiğini göstermektedir.
Bu nedenle yapılması gereken tek şey kalmıştır:
Abdullah Öcalan, 1999 sonrası faaliyetleri nedeniyle yeniden yargılanmalıdır. Bu yalnızca bir hukuki görev değil; devletin kendisine, milletine, cumhuriyetine, gazilerine, şehitlerine ve tarihsel hafızasına karşı borcudur.












Yorumlar kapalı.