Bu söz, ilk bakışta bir manifesto gibi duruyor; ama derinlemesine incelediğimizde, felsefi ve psikolojik katmanları ortaya çıkıyor. Bu cümle, bireysel çıkarların ötesinde bir varlık mücadelesini işaret ediyor. Gelin, bunu filozofların merceğinden ve psikolojinin penceresinden değerlendirerek, kendi menfaatleri için çalışan insanları da masaya yatıralım.
Felsefi açıdan bakarsak, bu cümle insanı “ego”nun dar sınırlarından kurtaran bir çağrı gibi. Varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre, “Varlık ve Hiçlik”te insanın özgürlüğünü vurgular: Bizler, kendimizi tanımlamak için sürekli bir mücadele içindeyiz, ama bu mücadele sadece kişisel başarıya indirgenemez. Sartre’a göre, özgürlük başkalarıyla ilişkide anlam kazanır; yalnız kendimiz için yaşamak, bizi “kötü niyet”e sürükler. Bu cümlede de benzer bir yankı var: Mücadele, “insan olmanın gereklilikleri”ni yerine getirmekle ilgili. Bu, Aristoteles’in “eudaimonia”sına, yani erdemli bir yaşamla mutluluğa ulaşmaya benziyor. Aristoteles, insanı “sosyal hayvan” olarak tanımlar; bireysel istikbal peşinde koşmak yerine, topluma katkı sağlamak, gerçek insanlığı oluşturur. Kant’ın ahlak felsefesinde ise bu, “kategorik imperatif”e dönüşür: Eylemlerimizi, evrensel bir yasa gibi yapmalıyız, kişisel çıkarlar için değil. Eğer mücadele sadece şahsî geleceğimiz içinse, o zaman egoizm kazanır ve toplum çürür. Bu cümle, bizi egoizmden altruizme, yani özgeciliğe davet ediyor – bir nevi, Nietzsche’nin “üstinsan” idealine karşıt bir duruş: Güç istenci değil, insanlık istenci.
Psikolojik perspektiften ele alırsak, cümle Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini akla getiriyor. Maslow’a göre, temel ihtiyaçlar (yemek, güvenlik) karşılandıktan sonra, insan kendini gerçekleştirme (self-actualization) aşamasına yükselir. Bu aşamada, mücadele kişisel başarıdan öte, anlam arayışına dönüşür. Cümledeki “insan olmanın gereklilikleri”, tam da bu: Kendini aşmak, empati kurmak, adalet için savaşmak. Psikolog Viktor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı”nda, toplama kamplarındaki deneyimlerinden yola çıkarak, anlamın acı içinde bile bulunabileceğini söyler. Mücadele, eğer sadece şahsî istikbal içinse, boş bir çabadır; ama insanlığın ortak değerleri içinse, ruhsal tatmin getirir. Öte yandan, psikolojide “narsisizm” ve “egoizm” kavramları, bu cümlenin karşıtını temsil eder. Kendi menfaatleri için çalışan insanlar, Freud’un “id”ine (ilkel benlik) hapsolmuş gibi davranır: Anlık hazlar, güç biriktirme, başkalarını araç olarak görme. Araştırmalar gösteriyor ki, böyle bireyler kısa vadede başarılı olsa da, uzun vadede yalnızlık ve anksiyete yaşar. Sosyal psikoloji, “sosyal karşılaştırma teorisi”yle bunu açıklar: Sürekli kendini başkalarıyla kıyaslayıp menfaat peşinde koşanlar, tatminsiz bir döngüye girer.
Peki, kendi menfaatleri için çalışan insanları nasıl değerlendirelim? Onlar, modern kapitalizmin kahramanları gibi görünebilir: Girişimciler, kariyer avcıları, “ben önce” diyenler. Adam Smith’in “görünmez el” teorisinde, bireysel çıkarlar toplumun yararına dönüşür der; ama bu, ideal bir dünyada geçerli. Gerçekte, egoizm sıklıkla sömürüye yol açar. Düşünün: Politikacılar kendi ceplerini doldurmak için halkı kandırır, şirketler kar uğruna çevreyi yok eder. Psikolojik olarak, bu insanlar “dışsal motivasyon”la hareket eder – ödül ve ceza odaklı. Felsefi olarak ise, Epikuros’un hazcı felsefesine benzerler: Kişisel mutluluk peşinde koşmak. Ama Epikuros bile ölçülü olmayı öğütler; sınırsız egoizm, acı getirir. Bu cümle, onları eleştirirken bir uyarı sunuyor: Eğer mücadele sadece kendin içinse, insan olmanın özünden uzaklaşırsın. Onlar, belki başarılı iş insanları olarak anılır, ama ruhsal bir boşlukla yaşar. Toplumda, egoistler çoğaldıkça, güven erozyonu başlar; işbirliği yerine rekabet hakim olur. Oysa cümledeki mücadele, kolektif bir insanlık arayışı: Adalet, eşitlik, empati için savaşmak.
Sonuçta, bu cümle bir manifesto değil, bir ayna.
Mücadelemiz ne için? Şahsî istikbal mi, yoksa insan olmanın derin gereklilikleri mi? Egoizmin cazibesine kapılmak kolay, ama gerçek zafer, başkaları için yapılan mücadelede. Belki de bu, çağımızın en büyük ihtiyacı: Kendimizi aşmak, insanlığımızı hatırlamak.
Yorumlar kapalı.