İngiliz dış istihbarat servisi MI6’in outgoing başkanı Sir Richard Moore, 19 Eylül 2025’te İstanbul Britanya Konsolosluğu’nda yaptığı veda konuşmasında, “Silent Courier” adlı dark web tabanlı bir portalı resmen tanıttı. Bu platform, Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore gibi “düşman” olarak görülen ülkelerden hassas bilgilere erişimi olan bireyleri, anonim olarak casus olarak devşirmeyi amaçlıyor. Karanlık ağın sunduğu gizlilik sayesinde, yüz yüze temas olmadan bilgi akışı sağlanacak – bu, geleneksel istihbarat yöntemlerinin dijital dönüşümünün bir örneği. Moore, konuşmasında Putin’i “fazla ısırdı” diye eleştirerek, Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerine atıfta bulundu ve portalı küresel istikrarsızlığa karşı bir araç olarak konumlandırdı. Neden İstanbul? Moore, bunu kişisel bağlarıyla (eski Türkiye büyükelçisi olması) ve Türkiye’nin “küresel sistemdeki kritik rolü” ile açıkladı. Ancak stratejik açıdan, bu seçim tesadüf değil: İstanbul, coğrafi konumu itibarıyla Rusya’ya yakın, büyük bir diaspora barındırıyor ve Rus turist akınıyla dolu – ideal bir recruitment alanı.
Stratejik olarak bakıldığında, bu lansman Batı’nın “asimetrik istihbarat” stratejisini yansıtıyor. Dark web, düşük maliyetli, yüksek erişimli bir araç: Anonimlik, potansiyel ajanların korkusunu azaltırken, MI6’e veri toplama üstünlüğü sağlıyor. Ancak bu, hibrit savaşın bir parçası – siber casusluk, dezenformasyon ve ekonomik baskı ile birleştiğinde, hedef ülkelerin iç istikrarını bozabilir.
Türkiye için riskler çok katmanlı
Kısa vadede, portal üzerinden Türkiye’de yaşayan Rus, İranlı veya Çinli bireylerin devşirilmesi, siber güvenlik zafiyetlerini artırır. Dark web operasyonları, bilgi sızıntısı, sahte bayrak eylemleri veya terör bağlantılı manipülasyonlara yol açabilir. Uzun vadede ise, diplomatik gerilimler: Rusya ve İran, Türkiye’yi “Batı işbirlikçisi” olarak görebilir, bu da enerji bağımlılığı ve Suriye politikalarında baskı yaratır. MI6’in konuşmada Suriye’deki HTS (Hay’at Tahrir al-Sham) ile geçmiş işbirliğini övmesi, İngiltere’nin Orta Doğu’da Türkiye’nin etki alanına müdahalesini işaret ediyor – bu, Ankara’nın İdlib stratejisini baltalayabilir.
Sosyal medyadaki tepkiler, bu riskleri halk nezdinde somutlaştırıyor.
Bazı iddialar, MI6’in hamlesini Rusya-Çin-Türkiye ittifakı tartışmalarına bağlayarak, iç politik gerilimlere işaret ediyor. Diğerleri, “hain devşirme” potansiyelini vurguluyor, ki bu Türkiye’nin iç güvenlik zafiyetlerini yansıtıyor. Stratejik olarak, Batı’nın Türkiye’yi NATO’nun “ön cephesi” olarak konumlandırması, Ankara’yı Doğu ittifaklarından (örneğin Şanghay İşbirliği Örgütü) uzaklaştırma taktiği. Bu, “yumuşak güç” ile “sert güç” karışımı bir strateji: İstanbul’u seçmek, şehrin tarihsel “casus başkenti” imajını pekiştirirken, Türkiye’ye “müttefik” rolü biçiyor – ancak bu, bağımsızlık maliyetini artırır.
Tarihsel örnekler, bu hamlenin yeni olmadığını gösteriyor.
İstanbul, yüzyıllardır istihbarat savaşlarının merkezi: II. Dünya Savaşı’nda, “casus başkenti” olarak biliniyordu. Örneğin, 1944’te Alman ajan Erich Vermehren, MI6’e İstanbul’da sığınarak, Abwehr’in (Alman istihbaratı) şifrelerini ifşa etti; bu, Müttefiklerin Normandiya çıkarmasını kolaylaştırdı. Soğuk Savaş döneminde ise, şehir Doğu-Batı çatışmasının düğüm noktasıydı. MI6’in ünlü çift ajanı Kim Philby, 1945-1948 arası Türkiye’de görev yaptı; Sovyetler için MI6 operasyonlarını sızdırdı, örneğin Arnavutluk’taki “Operation Valuable”ı sabote ederek, Batı’nın Balkanlar’daki anti-komünist girişimlerini başarısız kıldı. Bu operasyon, MI6 ve CIA’in Arnavutluk’a ajan sızdırma girişimiydi, ancak Philby’nin ihanetiyle yüzlerce ajan öldü. Benzer şekilde, 1950’lerde CIA ve MI6, Türkiye’de “Counter-Guerrilla” (Gladio’nun Türk kolu) yapılarını kurdu; bu, komünist tehditlere karşı sabotaj ve istihbarat operasyonları için tasarlandı, ancak iç siyasete müdahale ederek darbeleri tetikledi. 2010’larda ise, Suriye iç savaşında MI6-CIA, Türkiye’den silah sevkiyatı organize etti – örneğin, Libya’dan gelen silahlar, MI6’in gözetiminde muhaliflere ulaştırıldı, ancak bu, HTS gibi grupların güçlenmesine yol açtı.
Bu tarihsel paralellikler, MI6’in İstanbul hamlesinin bir devamlılık olduğunu gösteriyor: Batı, Türkiye’yi “köprü” olarak kullanıyor, ancak bu köprü sıklıkla tek yönlü. Soğuk Savaş’ta Philby vakası gibi sızıntılar, müttefikler arası güvensizliği artırdı; bugün Silent Courier, benzer riskler taşıyor – dark web’in anonimliği, çift ajan devşirmeyi kolaylaştırabilir. Türkiye için stratejik ders: İstihbarat işbirlikleri, ulusal çıkarlara tabi olmalı. MİT’in karşı-istihbarat kapasitesini güçlendirmesi, siber savunma yatırımları ve diplomatik dengeleri koruması şart.
MI6’in bu girişimi, dijital çağın soğuk savaşını simgeliyor
Türkiye’yi piyon yapma riski yüksek. Tarih, bize uyanıklık dersi veriyor – Philby gibi ihanetler veya Gladio gibi müdahaleler, bağımsızlık bedelini hatırlatıyor. Ankara, bu “kritik aktör” pohpohlamasına karşı, çok yönlü bir strateji izlemeli: Doğu ile Batı arasında denge, yoksa “Sessiz Kurye”ler sessizce dengeleri bozar.
Yorumlar kapalı.