Simge ERCİYAS
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yorum-Analiz
  4. 1923 Anayasasına mı 1920 Bülent Arınç’a mı yemin ettiniz?

1923 Anayasasına mı 1920 Bülent Arınç’a mı yemin ettiniz?

Bülent Arınç’ın "85 yıllık yürüyüş" söylemine karşı 1920 Meclisi ile 1923 Cumhuriyeti arasındaki ideolojik farkı ortaya koymalı ve taviz vermemeliyiz. Mecliste yemin edenlerin neye yemin ettiklerini sorgulamalı ve hesap sormalıyız? Cumhuriyet’in laik ve çağdaş temellerine karşı yürütülen bu tarihsel çarpıtmalara karşı net bir duruş göstermeliyiz

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Politika ve Tarih Eleştirisi

1920-1 güzellemesi yapan tüm kitleye soruyoruz? TBMM’de yemin metni okurken bahsettiğiniz Anayasa ne idi?  Kime ve neye hizmet etmektesiniz?

1920 Milli Egemenlik mi, 1923 Cumhuriyetin mi? Arada ki fark Bir Rejimdir!

Bülent Arınç’ın 2005 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 85. yılı vesilesiyle yaptığı konuşmada sarf ettiği şu cümle, tarihsel olarak basit bir kutlama mesajı değil, siyasal ideolojiyle yoğrulmuş derin bir tercihin dışavurumudur:

“Bu ülkenin kurucu kahramanlarının 85 yıl önce başlattıkları yürüyüş, kuşaktan kuşağa aktarılarak devam ediyor.”

Sözde bu cümle, TBMM’nin 1920’deki kuruluşunu yüceltiyor. Ancak dikkatli bakıldığında, 1923 Cumhuriyetinin doğrudan görmezden gelindiği, hatta tarihsel bir çarpıtma yoluyla cumhuriyetin değil, sadece meclisin kutsandığı açıkça görülüyor.

Bu sadece bir tarih seçimi değildir — bu, Cumhuriyet fikrinin altını oymaya çalışan sistemli bir ideolojik yeniden yazım projesidir.

1920 Mi, 1923 Mü? Aradaki Fark Bir Rejimdir!

1920’de kurulan Meclis, evet, halk egemenliğine dayalı önemli bir adımdı. Ancak 1920’de hâlâ Osmanlı meşruiyetiyle iç içe, saltanatın gölgesinde, geçici bir kurtuluş iradesi vardı. 1921 Anayasası, laiklikten ve halkın doğrudan egemenliğinden yoksundu. Din devlet işlerinde temel referanstı, hatta “din-i İslam” anayasa metnindeydi.

Cumhuriyet ise 1923’tür. Saltanatın resmen kaldırılması 1922’de, cumhuriyetin ilanı ise 29 Ekim 1923’tedir. Laikliğin ve çağdaş yurttaşlık anlayışının, kadın haklarının, eğitim devriminin, hukuk reformunun kapısını açan tarih, 1920 değil, 1923’tür.

Bu gerçeği bilip de hâlâ “85 yıllık yürüyüş” diye bir ifade kurmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini 1923’ten koparıp, Kurtuluş Savaşı’nın milletten koparıp, askeri zaferlerine indirgemek anlamına gelir. Asker kimin askeri, millet ne savaşı verdi? Millet kendi hürriyetinin savaşını verdi ve Cumhuriyetten taraf Atatürk’ten taraf oldu. Bunu kabul etmek istemeyen Arınç ve türevleri zihniyeti hala Din devletine hizmet etmenin peşinde. Ulusçu olmayı beceremeyenler, halk nedir bilmeyenlerin ülkesini, Türk kendi zaferi ile yıktı geçti ve bir daha asla o zihniyete izin vermeyecektir.

“Milli Egemenlik Yılı” mı, Cumhuriyetin Halk iradesi mi?

Arınç, 2005 yılını “Milli Egemenlik Yılı” ilan ettiklerini belirtirken, halkın egemenliğini esas aldıklarını savunuyor. Peki ama neden “Cumhuriyet Yılı” değil?

Neden Cumhuriyetin kurucu ilkeleri, Atatürk’ün devrimleri, laiklik, kadınların seçme-seçilme hakkı, medeni hukuk, eğitim reformu gibi kavramlar bu açıklamada hiç geçmiyor?

Çünkü anlatılan “milli egemenlik”, halkı modernleştiren değil, halkı “yönetmeye” çalışan, meclisi kutsayıp cumhuriyetin içini boşaltan bir anlayışla formüle ediliyor. Bu, demokrasi kültürünü “zenginleştirmek” değil, semboller üzerinden Cumhuriyet’i nötralize etmek demektir.

Laik Cumhuriyet Olmadan Meclis Ne İfade Eder?

Siyasal tarihçiler bilir: TBMM 1920’de kurulduğunda, o meclisin en büyük siyasi başarısı, Mustafa Kemal’in öncülüğünde Cumhuriyeti ilan etmekti. Meclisi meclis yapan da bu karardı. Yoksa salt bir millet meclisi, kendi başına ne devrim yaratır ne de halk egemenliği kurar.

Bu nedenle 1920’nin “kutlanması”, 1923 görmezden gelinerek yapılırsa, o artık bir tarihsel anma değil, bir ideolojik manipülasyon olur.

Tarih ile Oynayan, Geleceği de Çarpıtır

Arınç’ın konuşmasındaki “kuşaktan kuşağa aktarılan yürüyüş” tanımı, aslında 1923 Cumhuriyet devrimlerinin kuşağa aktarıldığını değil, o devrimlerin devre dışı bırakıldığını gösteriyor. Bugün geldiğimiz noktada, laiklik karşıtı söylemlerin, eğitimde gerici uygulamaların, kadın haklarına saldırıların, tarikat düzeninin meşrulaştırılmasının tohumları tam da bu “kurgusal yürüyüş” anlayışında atılmıştır.

Abdullah Gül ve “Batı Olmadan Olmaz” İdeolojisi: Resmî Törenlerin İptali ve Tarihsel Kimlik Sorunu

Sadece Bülent Arınç’ın değil, aynı zamanda Abdullah Gül’ün de Türkiye’nin kurucu değerlerine yönelik siyaseten örtülü bir ret tutumu vardır. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde, özellikle resmî törenleri ve kutlamaları ‘rahatsızlık’ gerekçesiyle iptal etme akımı başlatması, çok derin bir mesaj içerir.

Bu, basit bir protokol kararı değildir; Türkiye’nin tarihsel yürüyüşünü sahiplenme ya da sahiplenmeme tercihini ortaya koyan siyasi bir tutumdur.

Körfez ülkelerindeki, “büyük işler yapılırken mutlaka bir İngiliz yönetici yanında olmalı” anlayışı, o coğrafyalarda halkların ruhen ve zihnen köleleştirilmesi anlamına gelir. Ne yazık ki, Abdullah Gül’ün siyasi çizgisi ve söylemleri, Türkiye’nin tarihsel mücadelesinde bu tür bir Batı’ya bağımlılık ve müdahale kabulü perspektifini benimsemiştir.

Türkiye’nin ulusal tarihine, özellikle Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşuna sahip çıkmak yerine, Batı’nın izni ve onayı olmadan hareket edilemeyeceği anlayışı, Gül’ün resmî tören iptalleriyle simgeleşmiştir. Bu durum, 1923 Cumhuriyetinin özgürlük, bağımsızlık ve ulusal egemenlik değerlerine aykırıdır.

Bu bağlamda, Gül’ün duruşu da Bülent Arınç’ın “85 yıllık yürüyüş” ifadesindeki gibi, “milli egemenlik” ve “millet” kavramları üzerinden giderek “ulus” ve “Cumhuriyet’in esaslarına mesafeli, hatta bazen olumsuz bir yaklaşımdır.

Millet Var, Ulus Yok: Bütün Partilerin Ortak Günahı

Daha da çarpıcısı şudur: Bugün Meclis’te yer alan hiçbir parti — ne AKP ne MHP ne DEM ne de CHP — artık “ulus” kavramını yüksek sesle telaffuz edememektedir.

Herkes ısrarla “millet” der, ama hiçbiri “ulus” demez. Çünkü “ulus” demek; yurttaşlık temelli, eşitlikçi, laik bir siyasal varlık tanımı yapmayı; sınıfı, cinsiyeti, mezhebi, etnik kökeni yok sayarak herkesi ortak bir kamu alanına davet etmeyi gerektirir. Bu ise tüm partilerin siyasi hesaplarına ters düşer.

Bugün Meclis, anayasal düzene değil; fiilen Bülent Arınç’ın temsil ettiği, 1923’ü gölgeleyen ve 1920’yi kutsayan anlayışa yemin etmektedir.

Tarih ile Oynayan, Geleceği de Çarpıtır

Arınç’ın konuşmasındaki “kuşaktan kuşağa aktarılan yürüyüş” tanımı, aslında 1923 Cumhuriyet devrimlerinin kuşağa aktarıldığını değil, o devrimlerin devre dışı bırakıldığını gösteriyor. Bugün geldiğimiz noktada, laiklik karşıtı söylemlerin, eğitimde gerici uygulamaların, kadın haklarına saldırıların, tarikat düzeninin meşrulaştırılmasının tohumları tam da bu “kurgusal yürüyüş” anlayışında atılmıştır.

Sonuç: Cumhuriyet’e Hayır Diyen Yürüyüş

Bülent Arınç’ın bu konuşması, doğrudan söylenmese de fiilen şunu demektedir:

“Kurtuluş Savaşı’na evet, Cumhuriyetçi Laik Kuruluşa hayır.”

Bu ikiyüzlülüğe karşı Cumhuriyetçilerin çok net bir cevabı olmalı:

“Cumhuriyet 1923’tür. Ne eksik ne fazla. Ne öncesi meşrudur ne sonrası pazarlık konusudur.”

Tarih; doğru yazılmazsa, geleceğin yolunu da yanlış gösterir.
1920’ye değil, 1923’e sahip çıkmak, sadece geçmişin değil, geleceğin de garantisidir.

https://acikerisim.tbmm.gov.tr/server/api/core/bitstreams/adea603e-52ef-4ec7-aa42-c6b755ddb72f/content

1923 Anayasasına mı 1920 Bülent Arınç’a mı yemin ettiniz?
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin