Türkiye Cumhuriyeti, yakın tarihinden bugüne dek birçok kriz ve dönüşüm yaşamıştır. Ancak bugün yaşananlar, ekonomik ve siyasi krizlerin ötesinde, devletin kurumsal dokusunun, anayasal yapısının ve toplumsal birliğinin sistematik olarak çürütülmesi meselesidir. Bu sürecin merkezi figürü, tartışmasız olarak Mehmet Uçum’dur.
Mehmet Uçum, yalnızca bir hukukçu veya danışman değildir; o, Türkiye’nin temel organlarını, toplumsal dokusunu ve dini yapısını yeniden kurgulayan bir stratejisttir. Onun elinde anayasa, TBMM, Diyanet ve toplumsal alanlar birer araç haline gelmiştir. Devletin özünü parçalamak, milli iradeyi görünmez kılmak, toplumsal birliği ve milli kimliği eritmek onun gündemindedir.
Dünden, bugüne; Tanzimat’tan 12 Eylül’e kadar uzanan süreçler, bugünkü müdahalelerin altyapısını hazırlamıştır. Tanzimat reformları, merkezi otoriteyi modernleştirirken, toplum üzerinde sınıf, etnik ve dini manipülasyon araçları geliştirmiştir. 12 Eylül darbesi, toplumu ve devleti fiilen kontrol edilebilir hale getirmiştir. 1998 seçimlerinde seçimi kazanan MHP ile Mehmet Uçum’un stratejileri, bu tarihsel deneyimlerin üzerine inşa edilmiştir; devletin kurumlarını görünürde güçlü, fiilen ise eriyen bir yapıya dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Uçum’un operasyonları yalnızca kurumsal alanla sınırlı değildir. FETÖ’nün okullar, camiler ve sivil alanlar üzerinden sürdürdüğü “toplum mühendisliği” süreci ile (Turkey Tribunal”in danışmanlığında yargıyı arkasına alan bir alanda ortak BM eli ile yönetilen -mutlak emperyalist ve Sevr akıllı) çok daha sofistike bir devamıdır. Camilerin kapılarının “dinler arası diyalog” adı altında açılması, Aleviliğin Kürt ve Ermeni siyaseti üzerinden ayrıştırılması, dedeliğin okul müfredatına sokulması ve dini alanın yeniden yapılandırılması, modern Emevi siyaseti mantığında bir projedir. Bu hamleler, yalnızca dini alanı parçalamakla kalmaz, toplumsal aidiyet ve inanç bütünlüğünü de derinden sarsar.
Kurumsal müdahaleler ise daha kapsamlıdır.
Anayasamıza müdahale ederek TBMM’nin satılmasına yönelik sivil darbenin mimar ismi, TBMM’nin yetkisinin sınırlandırılması, Diyanet’in kontrolünün yeniden yapılandırılması, tarihi eserlerin ve kültürel mirasın özelleştirilmesi… Tüm bu adımlar, devletin merkezi iktidara bağımlı bir mekanizmaya dönüştürülmesini amaçlamaktadır. Toplumsal ve kurumsal yapı aynı anda hedef alınmıştır; devletin temel işlevselliği zayıflatılırken, toplum parçalanmakta ve yönetime bağımlı hale getirilmektedir.
Mehmet Uçum’un bu müdahaleleri, yalnızca bugünün politik gündemi için değil, Türkiye’nin geleceği açısından da açık ve ciddi bir milli tehdittir. Onun elinde devletin ve toplumun tüm mekanizmaları birer araçtır. Tarihsel tecrübeler, bu tür yapıların durdurulmadığı takdirde geri dönülmez çürüme ve çözülme sürecine yol açacağını açıkça göstermektedir.
Milli çıkarlar ve anayasal düzen açısından yapılması gereken açıktır: Mehmet Uçum’un etkisi derhal sona erdirilmelidir. Aksi halde Türkiye, devletin kurumsal ve toplumsal dokusunun bilinçli olarak eridiği, milli iradenin yok sayıldığı ve toplumsal birliğin parçalandığı bir sürece sürüklenecektir. Bu sadece bir tehdit değil, acil bir uyarıdır; Türkiye’nin varlığı ve milli bütünlüğü bir kişinin stratejik müdahaleleriyle ciddi biçimde tehlikededir.
Yorumlar kapalı.