Simge ERCİYAS
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Akademik
  4. Dikeni Seven Mazoşist Deve ile Ne Yapacağız?

Dikeni Seven Mazoşist Deve ile Ne Yapacağız?

ABD’nin ve işbirlikçilerinin “Dört Kıta Tek Düzen” hayali 3000 yıllık savaş döngüsünü sürdürürken, BM’den İngiltere’ye tüm kurumların yanında Açılım Komisyonu da bu çıkar ağlarına hizmet ediyor. Türk aklına düşen görev, deveyi eğitmek değil; bağımsızlığı, hafızayı ve 17 bin yıllık birikimi yeniden hatırlamaktır.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

(Siyasi-sosyal bir değerlendirme)

ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun sözleri, olanı biteni kısa ve çıplak bir şekilde özetliyor: “Türkiye dahil herkes Gazze’ye müdahil olmamız için yalvarıyor. Günün sonunda bir şey istediklerinde Beyaz Saray’a geliyorlar.”
Bu satırlar, uluslararası siyasetin perde arkasında dönen alışılmış pazarlık düzenini, güç merkezlerinin sıradan taleplere dönük manipülasyonunu gözler önüne seriyor. Ancak mesele artık tek bir parti ya da tek bir liderin ötesine geçti. Bugün, dört kıtada tek lider hayali içinde yaşayan aktörlerin taşıdığı sistematik mantık, Trump gibi figürlerin etrafında yeni bir bekçi sınıfı buldu: savaşları engellemekten ziyade, savaşların —hatta 3000 yıldır süregelen bütün savaşların— esas nedeni haline gelen bir yapı.

Onlar – Biz – Siz Toplamda kaç ederiz?  

BM, İngiltere, ekonomik çıkar ağları ve bunların uluslararası siyasete etki eden müttefikleri. Bu aktörler, amaçları uğruna ülke politikalarını, sınırları ve toplumları yeniden biçimlendirmekten geri durmuyor. Hedefler ne kadar büyükse, yöntemler de o kadar acımasızlaşıyor; demokrasi kisvesi altında yürütülen politikalar, gerçekte sömürü, hâkimiyet ve ekonomik egemenlik için birer araç haline geliyor. Tarihin tekerrürü olarak görülen bu pratikler, fetih ve istila döngülerinin modern bir tekrarından başka bir şey değil.

“Roma alışkanlığı” diyebileceğimiz bu döngü; katliam, soykırım ve istila ile yeniden yapılandırmayı hedefliyor. Bugünün güçlüleri de tarihsel bir sürekliliğin parçası: sınıfçı liberalizm, ekonomik sermaye ve jeopolitik hesaplar insan hayatının önüne konabiliyor. Burada temel soru, bu düzenin tekrarlanmasını nasıl kıracağımızdır.

MESELE ŞU: Dikeni seven mazoşist deve ile ne yapacağız?

Metaforik olarak bu “deve”, hem aktörlerin tekrarlayan yıkıcılığını hem de dünyanın buna karşı geliştirdiği yorulmuş, bazen kendini cezalandırıcı tepkileri betimliyor. “Dikeni seven mazoşist deve”, kendi huzursuzluğunu, acısını ve yok oluşunu sürdüren; fakat aynı zamanda sürdürülebilir bir çıkış yolu aramamayı seçen bir düzeni simgeliyor. Peki bu sarmal ile yapılacak olan ne?

İlk adım, Hakikati Görmek yani olguyu doğru tanımlamaktır.

Bu bir komplo hikâyesi değil; sistemik çıkar ilişkileri ağıdır. Tarihsel veriler, ekonomik ilişkiler ve jeopolitik tasarımlar üzerine kurulan bu ağ, kendisini yeniden üretir. Çözüm de tekil suçlamalarla değil, sistemin temel yapı taşlarını irdeleyip dönüştürmekle başlar.

Politik açıdan “sistemik çıkar ilişkileri” dediğimiz şey, felsefede görünüş ile öz arasındaki çatışmadır. İnsanlık çoğu kez gölgelerle oyalanır, olgunun kökünü görmez. İlk adım, Platon’un mağarasından çıkmak gibidir: perdeye yansıyan gölgelerle değil, ışığın kendisiyle yüzleşmek.

İkinci adım, Putları Yıkmak yani kurumları ve ittifakları sorgulamaktır.

BM ve benzeri kuruluşlara körü körüne bağlılık, mevcut işleyiş şeffaf değilse eleştirilmelidir. Kurumların işleyişine dair idealizasyonu reddetmek, onları yok saymak değil; hesap sormak, temsil ve denetim mekanizmalarını güçlendirmek demektir. Müttefiklik maskesi altında yürütülen hesaplar, halkların refahına değil sermayenin çıkarına hizmet ediyorsa bunun alternatifleri aranmalıdır.

BM, İngiltere veya herhangi bir güç merkezi yalnızca modern zamanın tanrılarıdır. Nietzsche’nin deyimiyle: “Tanrı öldü.” Ama ölen tanrının yerine kurum putları dikildi. Felsefi görev, bu putların sahte kudretini ifşa etmek ve insanın kendi varlığını kendi elleriyle kurabileceğini hatırlatmaktır.

Üçüncü adım, Mülkiyetin Ontolojisi yani ekonomik bağımsızlığa stratejik önem vermektir.

Güç yalnızca silah veya diplomaside değil; madenlerin, enerji kaynaklarının ve finansal araçların mülkiyetindedir. Bu yüzden yerel/toplumsal kontrolü güçlendirmek, kaynakların adil paylaşımını sağlamak ve şeffaf yönetim modelleri geliştirmek zorunludur.

Ekonomi yalnızca kaynak paylaşımı değil; insanın dünyayla kurduğu varoluşsal ilişkiyi belirler. Bir toprağın, madenin veya suyun kimin mülkiyetinde olduğu sorusu aslında “İnsan kimdir? Dünya kime aittir?” sorusuna uzanır. Felsefi bağımsızlık, mülkiyetin efendi-köle ilişkisinden çıkarılıp insanın ortak ontolojisine bağlanmasıdır.

Dördüncü adım, Hafızanın Hakikati yani kültürel ve epistemik direnişi güçlendirmektir.

Tarih, din, eğitim ve kültür araçları hegemonik anlatıları yeniden üretmek için kullanılıyorsa, alternatif bilgi üretim biçimleri, yerel tarih okumaları ve bağımsız kültürel kaynaklar geliştirilmelidir. Bu bir akademik mesele olmaktan çıkıp kolektif bir öz savunma meselesi olur.

Tarih ve kültür, yalnızca anlatılar değil; insanlığın hafızasıdır. Hafıza unutturulduğunda kimlik de yok olur. Felsefi direniş, Heidegger’in deyimiyle “varlığı unutma”nın karşısında durmaktır: kendi tarihini, kendi dilini ve kendi hakikatini hatırlayarak yeniden var olmak.

Beşinci adım, Logos’un İhyası yani siyaset dilini yeniden kurmaktır.

Düşmanı kişileştirip tüm sorunu tek bir aktöre yıkmak yerine, yapısal eleştiri ve somut çözümler etrafında bir dil inşa etmek daha etkilidir. Eleştiri, inşa edici olmadığı takdirde sadece retorik olarak kalır; çözüm üretmeyen öfke kısa sürede tükenir.

Dil, sadece iletişim değil; varlığın evidir. Eğer dil yozlaşırsa, insanın hakikatle bağı da kopar. Felsefi siyaset, dilin retorikten arındırılması, logos’un yeniden inşasıdır. Yani öfke ile değil, hakikatle yoğrulmuş bir kelime düzeni kurmak.

Burada önemli bir noktayı vurgulamak gerekir: deveyi eğitmek bir amaç değil. Deve ile yaşamda sürmemeliyiz — biz çöl faresi değiliz.

O zaman yapılacak olan belli; Türk bu aklı 17 bin yıl önce geliştirdi. Tek yapmamız gereken hatırlamak…!
Ve son bir söz: Amerikan çöllerindeki dikeni İsrail’in çöl develeri yesin; biz işimize bakalım.
Bu kapanış, meseleyi uzaklaştırma ya da pasifleşme çağrısı değildir; tam tersi, kendi meselemizi —kültürel, ekonomik ve politik bağımsızlığımızı— kurma kararlılığının ifadesidir.

Deveyi orada bırakmak bir seçenek değil; ancak onun ritüellerine, tekrarlarına ve bağımlılıklarına mahkûm olmadan kendi yolumuzu çizmek zorundayız. Türkün 17 bin yıllık aklı, sadece bir anı değil, bugünün pratiğine dönüştürülebilecek bir kaynak olarak karşımızda duruyor — tek yapmamız gereken hatırlamak ve uygulamaya koymak.

Dikeni Seven Mazoşist Deve ile Ne Yapacağız?
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Halk Meclisi Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin